15 Nisan 2004 Perşembe

Ekonomi düzeliyor"sa halk neden yoksullaşıyor? (Siyasi Gazete))

Tolga Tören

AKP enflasyonun düşüşünü bir "başarı" olarak gösteriyor. Ama, Devlet İstatistik Enstitüsü'nün 2003 sayılarına göre devlet ve özel sektörde çalışılan saat başına ücret, toplam yüzde 3.9 oranında düşerken, çalışan kişi başına kazanç üretimde toplam yüzde 8.5, diğer işlerde çalışan kişi başına ise yüzde 2.3 azalmış

Tolga Tören

Ülkede yaşanan derin yoksulluğa karşın, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) sözcüleri ve yandaşları ekonomi politikalarının "başarı"sıyla öğünüyor. "Çünkü," diyorlar: "Ekonomi büyüdü, enflasyon ve faizler düştü, dış borçları ödemede faiz dışı fazla yaratıldı." Yaygın medya da, ekonomide "bahar havası" yaşandığına inanmamız için elinden geleni ardına koymuyor. Ama emekçilerin zihninde hep aynı soru: "Her şey iyiye gidiyorsa, bizim durumumuz neden kötüye gidiyor?" AKP hükümetinin, bu verilere dayanarak ekonomide herşeyin iyiye gittiğini iddia edebilmesi iktisadın toplumsal bağlamından koparılmasından kaynaklanıyor. Sınıfsal ilişkileri göz ardı eden bu anlayışa göre iktisat politikaları yoluyla tüm topluma ortak fayda sağlayan sonuçlara ulaşılabilir.

Oysa, bir sosyal bilimler disiplini olarak iktisat, sınıf çelişkilerinden soyutlanamaz. İktisat politikalarının sağlıklı analizi de ancak sınıflar arası ilişkiler bağlamında mümkün olabilir. Dolayısıyla, gerçeği anlamak, çalışanların zihnini kemiren soruya yanıt vermek ancak AKP hükümetinin ve önceki benzerlerinin "ekonomiyi düzeltmek" adına uyguladıkları tüm politikaları, temsil ettikleri sınıf çıkarlarıyla ve onların ulusal ya da uluslararası düzeyde kapitalist sermaye birikimi çerçevesinde ortaya çıkan ihtiyaçlarıyla ilişkilendirdiğimiz ölçüde mümkün.

"Ekonomi büyüdü" ücretler düştü

Egemen neo-liberal iktisat ideolojisinin fetişleştirdiği kavramlardan biri olan "büyüme" bir ülkede üretilen mal ve hizmetlerin bir önceki yıla göre artış oranını anlatıyor. Büyüme kavramının fetişleştirilmesinin altında ise, ekonomik büyümenin tüm toplumda gelir artışı yaratacağı varsayımı yatıyor.

"Ekonominin büyümesi"nin tüm toplumda geliri artıracağı su götürür. Nitekim neoliberal iktisatçıların eserlerinde "yoksullaştırıcı büyüme"den de söz ettiklerini biliyoruz. Büyüme bağlamında asıl önemli soru şu: Artan gelirden toplumun hangi kesimi hangi oranda pay alacak? Daha da açık sorulursa: Ekonomik büyüme sonucu ortaya çıkan üretim artışından emek ve sermayenin alacağı pay ne olacak? Ne var ki, neoliberal büyüme kavramı, tanımı gereği, bu sorunla pek ilgilenmez.

Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) verilerine göre 2003'te ekonomik büyüme yüzde 5.9, büyümenin öncü sektörü imalat sanayisinde yüzde 7.5 olarak gerçekleşti. Ancak aynı yıl işsizlik arttı. 2002'de yüzde 10.3 olan işsizlik, 2003'te yüzde 10.5'a çıktı. İşsizlikteki artış binde 2'de kalmış görünüyor. Ancak, bu "ekonomik büyüme"ye karşın gerçekleşti. Bu oran, aynı dönemde daha az işgücü ile daha fazla üretim yapıldığını ya da aynı miktarda işgücünün eskisinden daha fazla çalıştırıldığını gösteriyor. Özetle 2003'te "ekonomi büyümüş" ama bu büyüme işsizlere iş sağlamamış, çalışanların ise daha çok çalışmalarına neden olmuştur.

Bu durum DİE'nin "kısmi verimlilik" sayılarından da görülebiliyor. "Verimlilik" üretim sonucunda elde edilen ürün miktarının, üretimde kullanılan girdi miktarına oranını gösteren bir kavram. Ürünün üretimde kullanılan tek bir girdiye (örneğin emeğe) oranlanmasına ise, "kısmi verimlilik" deniyor.

DİE'nin 2003 kısmi verimlilik oranları hesaplarına göre yılın üçüncü döneminde, üretimde çalışılan saat başına yüzde 7.7'lik bir artış gerçekleşmiş. Bu, üretimdeki artışın çalışma saatlerindeki artışla doğrudan ilişkili olduğunu gösteriyor.

Ancak aynı hesaplara göre çalışma saatleri artarken gerçek ücretler azalmış. Üretimde devlet ve özel sektörde çalışılan saat başına ücret, toplam yüzde 3.9 oranında düşerken, çalışan kişi başına kazanç üretimde toplam yüzde 8.5, diğer işlerde çalışan kişi başına ise yüzde 2.3 azalmış. Demek ki, "ekonomik büyüme", sadece, çalışanların daha uzun süre ve daha ucuza çalışması pahasına gerçekleşmiş.

"Enflasyon düştü" iş güvencesi yok oldu

AKP hükümeti enflasyonun düşüşünü bir "başarı" olarak gösteriyor. Ama, sadece kağıt üzerinde kalan bu düşüşün kaynağında artan işsizlik, azalan ücretler ve kamu harcamalarına bağlı olarak satınalma gücünün, yani toplam talebin düşüşü var.

Şu halde ekonomide büyümeyi sağlayan mal ve hizmet üretimindeki artış nereye gidiyor? Bu sorunun iki cevabı var :

* İhracat

* Stok artışları

2003'ün ilk 9 ayında bir önceki yıla göre ihracat yüzde 16 arttı. Bunun milli gelire katkısı yüzde 6.3 oldu. Stok artışlarının milli gelire katkısı ise yüzde 3.8.(1)

Bilindiği gibi Türkiye ekonomisi Turgut Özal'ın uygulayıcılığında 24 Ocak 1980 kararları olarak bilinen ekonomi politikalarıyla 1960-1980 arasında sürdürülen ve sanayi sermayesi lehine sermaye birikimi hedefleyen "İthal İkameci Sermaye Birikim Rejimi"ni terk etmiş, İhracata Dayalı Büyüme Modeline geçmişti. Bu modelde ekonominin büyümesi ihracatın arttırılmasına bağlanıyordu. Bu politikaların çalışanlar açısından dolaysız sonucu gerçek ücretlerin gerilemesi ve emekçilerin toplumsal ve ekonomik kazanımlarının budanması olmuştu.

AKP iktidarı döneminde de aynı mantık sürdürüldü. Gerçek ücretlerin geriletilmesi yoluyla, dış pazara yönelik üretim yapan sermaye kesimine maliyet ve rekabet avantajı sağlanması hedeflendi. AKP yöneticilerinin "rekor seviyede ihracat" çığlıkları bu uygulamanın sermaye çıkarları açısından doğurduğu sonuçları haber veriyor, ama emekçilere neye mal olduğunu gizliyor. Öte yandan artan, sadece ihracat olmadı. 2003'te Türk Lirası değerlenip ithalat ucuzlayınca 6.8 milyar dolarlık cari açık oluştu. İhracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 80.5 dan 74.6 ya geriledi.(2)

AKP'nin ihracatçı sermayeye katkısı sadece ücretleri düşürmekle kalmadı. Esnek üretimin, taşeron-fason ilişkilerinin yasallaştırılması da emek maliyetlerini düşürdü. İş güvencesini ortadan kaldıran bu işleyiş, çalışanların, sadece üretilen mallara talep olduğu dönemlerde çalışması(a-tipik çalışma), üretimin işyeri dışına kaydırılması(fason) ya da üretim yapılan iş yerinde asıl firma dışında daha küçük ölçekli firmalar tarafından sürdürülmesi(taşeron) gibi bir dizi uygulamayı içeriyor. Sermayenin küresel piyasada önemli bir rekabet avantajı kazanması ile gerçekleşen ihracat artışının bedeli de emeğin sosyal güvenceden, işgüvencesinden yoksun ve düşük ücretlerle istihdam edilmesiyle ödendi.

Faizler düştü,devlet borcunu emekçiler ödedi

AKP'nin ekonomik politikalarının başarısına kanıt olarak ileri sürdüğü göstergelerden biri de faizlerin düşmüş olması. Faizlerin düşmesi şu nedenlerle önemseniyor:

* Yatırımlar artacak

* Borçlanma sürdürülebilecek

Ancak faiz konusunda bir ayrıma dikkat etmek gerek. AKP hükümetinin "düştü" dediği, "nominal", yani enflasyondan arındırılmamış, faiz oranı. "Nominal faiz" oranı gerçek faiz ile piyasa katılımcılarının enflasyon beklentilerinin toplamından oluşuyor. Gerçi, işsizliğin arttığı, ücretlerin düştüğü bir ortamda, toplam talebin düşmesi de olağan. Bu şartlar altında piyasaların(sermayenin) enflasyon beklentilerinin, dolayısıyla "nominal faiz" oranının düşmesinde şaşırtıcı bir yan yok. Oysa, gerçek faiz oranları hala çok yüksek. Örneğin sayıları yaklaşık 8-11 milyon arasında hesaplanan kredi kartı sahiplerinin borçlarına uygulanan yıllık bileşik faiz oranı yüzde 130'a kadar çıkabiliyor.

Öte yandan, Maliye Bakanlığı rakamlarına gore 2003 bütçesinin ilk 10 ayında faiz ödemelerinin bütçe giderleri içindeki payı yüzde 45 dolayında. Yani devlet 100 lira gelir sağlamışsa bunun 45'ini borç faizlerini ödemek için harcamış. Dolaylı vergilerin bütçe içindeki payı ise yaklaşık yüzde 70. Demek ki, devlet borç faizlerini ödemek için, emekçilere saldığı vergilere dayanmış.

Aynı zamanda AKP hükümeti döneminde de iç-dış borçlar da artıyor. 2000'de yüzde 29 olan iç borçların Gayri Safi Milli Hasılaya (GMSH), yani bir yıl içinde üretilen mal ve hizmetlerin toplam değerine oranı, 2003'te yaklaşık yüzde 58'e; 2002'de yaklaşık yüzde 82 olan kamu toplam borcu 2003'te yaklaşık yüzde 88'e ulaştı. 1999'da yüzde 13.6 olan kamu faiz ödemelerinin GSMH'ya oranı 2003'te yüzde 19'a çıktı.(3) "Nominal faiz" oranlarının düşmesi kamunun faiz yükünün günden güne artması gerçeğini değiştirmiyor.

Buna karşılık devletin 2000'de yüzde 22,3 olan toplam yatırımlardaki payı ise, 2003'te 22'ye geriledi. Yani AKP hükümeti döneminde (özellikle) kamu yatırımları kısıldı. Kaynakların artan bir bölümü faiz ödemelerine aktarıldı. Özel sektörde de yatırım artışı sözkonusu olmadı. Kapasite artırımı gerçekleşti. Ancak o da daha önce de vurgulandığı gibi iç pazara değil ihracata yönelik oldu. Düşük ücretler, esnek işgücü gibi uygulamalarla beslenen üretim artışı emekçilerin yaşam standardında bir yükselişe yol açmadı.

Sonuç

Bütün bunlar, başbakan maaşıyla geçinemediğini ilan eden Tayyip Erdoğan'ın "büyüme" göstergesi olarak gözünü neden ücretlere değil, sermayeye çevirdiğini ve neden Başbakanlığın yanı sıra "ticaret"le de uğraşmaya devam etmekten sakınamadığını açıklıyor. Uygulanan sermaye birikim rejiminde AKP hükümeti ve sermaye için "ekonominin iyiye gitmesi"nin ön koşulu, gerçek ücretlerin düşmesi, kamudan sermayeye aktarılan kaynakların artması ve emeğin kazanılmış haklarının geri alınmasıdır.

Bu sonuç, yazının başındaki soruyu açıklıyor ama, bu sis perdesinin gerisini görebilen emekçiler ve sosyalistlerden yanıt bekleyen asıl soru başka: Sonsuza kadar yoksullaşmaya devam edemeyeceksek, düzeldikçe emekçilerin yaşamını kötüleştiren bu üretim ve bölüşüm tarzında değişiklik nasıl gerçekleştirilebilir? l

(1) www.dpt.gov.tr

(2) www.die.gov.tr

(3) Ekonomide Yalancı Bahar,

Petrol-İş yayınları