15 Nisan 2005 Cuma

Sosyal Güvenlik Fonları Sermayeye (Siyasi Gazete)

Tolga TÖREN

AKP hükümeti bir süredir Sosyal Güvenlik Reformu üzerine çalışıyor. Hükümet sözcüleri, söz konusu “reform”un gerekçelerini, kamu sosyal güvenlik sisteminin açıklarının sürdürülemez boyutlarda olmasının yanında, mevcut sistemin herkesi kapsamaması olarak sunuyor. Sosyal güvenlik alanında yapılacak reform sonrasında ise, herkesin sağlık hizmetlerinden faydalanacağı, yoksullukla mücadele edileceği iddia ediliyor.

Sosyal güven(cesiz)lik reformu

Siyasi Gazete’nin Ekim 2004 tarihli sayısında, söz konusu reform için şu değerlendirme yapılmıştı: “…sermayenin sosyal güvenlik alanındaki reform talebi aslında yeni bir olgu değil. 1980’lerin başından itibaren, içinde bulunduğu krizden çıkışın yolunu hayatın her alanının kar hırsına terk edilmesinde gören sermaye, ‘bütçeye ek yük getiriyor’, ‘etkin değil’ gibi gerekçelerle sosyal güvenlik alanının yeniden düzenlenmesini talep ediyor... Sermaye, sosyal güvenlik kurumlarının elinde biriken fonların kendi denetimine geçmesini, toplumun tamamının ve dolayısıyla ‘sosyal güvenlik hizmetlerinin’ sigorta şirketlerinin müşterisi haline dönüştürülmesini ve haklarda yapılan kısıntılar yoluyla emeğin denetim altına alınmasını kolaylaştırmayı istiyor.”

Sermaye, bu amacına ulaşmak için 1980’lerin başından itibaren birçok düzenlemenin hayata geçirilmesini sağlayarak önemli kazanımlar elde etti. O zamandan bu yana sağlık ve sosyal güvenlik alanındaki gelişim hep aynı yöne doğru oldu: Bu hizmetlerin daha fazla piyasaya terk edilmesi ve bütçeden ayrılan payın daha da azaltılması. AKP hükümetinin üzerinde çalıştığı Sosyal Güvenlik Reformu ise, bu alanda, günümüze kadar yapılmış olan özelleştirme/piyasalaştırma yönündeki düzenlemelerle tutarlı olmakla birlikte sağlık ve sosyal güvenlik haklarına öldürücü darbeyi indiriyor.

“Reform” temel olarak birbirini tamamlayan ve “Genel Sağlık Sigortası Kanunu”, “Emeklilik Sigortaları Kanunu”, “Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu” ve “Primsiz Ödemeler Kanunu” olarak adlandırılan dört yasadan oluşuyor.

Genel sağlık sigortası(GSS)

GSS Kanun Tasarısı’nda amaç, “tüm kişileri sağlık riskleri ve sağlık harcamaları bakımından güvence altına almak üzere, tüm nüfusu kapsayan genel sağlık sigortası sistemini kurmak…” olarak tanımlanıyor . Ancak kanun incelendiğinde sağlık hizmetlerinden faydalanmanın, 90 gün prim ödenmiş olması ve daha da vahimi prim borcunun bulunmaması gibi şartlara bağlandığı görülüyor. Böylelikle, sağlık hizmetinden faydalanmak isteyenler, kendi iradeleri dışında oluşmuş prim borçlarından dolayı bile (örneğin sigorta primi işvereni tarafından ödenmemiş olan bir işçi) sağlık hakkının kullanımından men edilerek cezalandırılıyor. Öte yandan kanun, sağlık hizmetlerinden katılım payı alınmasını öngörüyor. Alınacak katılım payı için amaç ise, “sağlık hizmetlerinin gereksiz kullanımından caydırma” olarak tanımlanıyor.

GSS Kanunu’na göre sağlık hizmeti almak isteyenler üç basamaklı sevk zincirine uymak zorunda. Acil haller dışında sevk zincirlerine uymadan sağlık kurumlarına başvuranların sağlık masrafları karşılanmıyor. Dolayısıyla sağlık hakkından faydalanma, bürokrasiyle zorlaştırılıyor. Kanunla, ilk elden sadece koruyucu sağlık hizmetlerinin sunulmasının hedeflendiği belirtiliyor. Bu hizmeti sunacak olanlar ise sevk zincirinin birinci basamağını oluşturan ve Sosyal Güvenlik Reform Önerisi’nde “sözleşme ile hizmet satın alınacak” birimler olarak tanımlanan aile hekimleri. Aynı durum ikinci ve üçüncü basamak hizmetler için de söz konusu. GSS kanununun “sağlık hizmetleri, Kurum ile…sağlık hizmeti sunucuları arasında yapılan sözleşmeler yoluyla sağlanır” diyen 21. maddesi ve Sosyal Güvenlik Reformu önerisinde yer alan “tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetleri, sağlık kuruluşlarından sözleşmeler yoluyla satın alınacaktır” ifadesi bunu ispatlıyor. Bu ifadelerin tümü ise, hazırlanan reformda sağlık hakkının para ile alınıp satılan bir meta olarak görüldüğünü ortaya koyuyor. Nitekim Türk Tabipler Birliği tarafından hazırlanan rapor da “sağlık ocakları aile hekimliği işletmelerine, hastaneler de sağlık işletmelerine dönüşmektedir” diyerek bunu doğruluyor.

GSS’ nin asıl finansmanı, eski sistemde olduğu gibi, kazançtan %12-%12,5 oranında kesilecek primler. Dolayısıyla reform iddiasında olan bir düzenlemede, finansman, gene hizmetten faydalanması muhtemel kişilerin ödedikleri primler ile sağlanıyor. Ama bütçeden sağlığa ayrılacak payın arttırılmasından bahsedilmiyor. Prim ödemeye elverecek bir kazancı olmayanların durumu ise, “Primsiz Ödemeler Kanunu” ile düzenleniyor.

Primsiz ödemeler kanunu

Söz konusu kanunda prim ödeme gücü olmayanlara yapılacak beş tür yardımdan bahsediliyor: “Aile Ödeneği”, “Özürlü Aylığı”, “Yaşlı Aylığı” ve “Sağlık Yardımı” ve “Özürlü Çocuklar İçin Sağlık ve Rehabilitasyon Ödeneği . Bu durumda karşımıza çıkan soru, bu ödemelerin yapılacağı kişilerin nasıl belirleneceği. Bu soruyu yanıtlamak için önce Sosyal Güvenlik Reform Önerisi’ne bakmak gerekiyor: Söz konusu metinde ihtiyaç sahibi aileler “yoksulluk testi sonucunda yaşamlarını minimum düzeyde dahi sürdürmekte güçlük çektikleri belirlenen aileler” olarak tanımlanıyor. Öte yandan Primsiz Ödemeler Kanunu’nda Sağlık Yardımı’ndan faydalanabilmenin koşulu, “Asgari ücretin üçte birinin altında” gelire sahip olmak olarak belirleniyor. Dört kişilik bir aile için yoksulluk sınırının 1,590 açlık sınırının 523,21 YTL olduğu günümüz Türkiyesinde, trajikomik olan bu rakamların tek anlamı var: Sosyal yardım kapsamına ancak açlıktan ölmek üzere olanların dâhil edilmesi ve yaşamlarını “minimum düzeyde” sürdürebilenlerin varlıklarına göz yumulması. Kanunda, “Aile Ödeneği” ile ilgili olarak yer alan “Bakmakla yükümlü olunan ikinci çocuk var ise, birinci çocuk için ödenen ücretin yarısı ayrıca ödenir. Ailede çocuk sayısı ikiden fazla ise, diğer çocuklar için ödeme yapılmaz” ifadesi bir önceki cümlede kurulan yargıyı doğrulamakla beraber, ihtiyaç sahiplerine bir yere kadar “katlanıldığının” göstergesi olarak değerlendirilebilir. Aile ödeneği konusunda dikkat çeken bir diğer ifadede ise, “Aile ödeneğinin süresi bir yıldır. Belirlenen koşulların yerine getirilmesi ve ailenin gelirinin asgari yaşam düzeyinin altında bulunması halinde… belirtilen yaş sınırına kadar sürdürülebilir aksi takdirde kesilir” deniliyor. Bu ise, ihtiyaç sahibi ailelere yapılacak ödemelerin sürekli olmayacağının ve belirlenen sürenin sonunda devam etmesinin şarta bağlı olduğu anlamına geliyor.

Yukarıda değinilen yasalar, dolayısıyla, sosyal güvenlik primlerinin toplanması ve sağlık hizmetlerinin “satın alınması”, Sosyal Güvenlik Kurumu eliyle yürütülecek. Bu durum aynı zamanda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bağlı SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’ na devredilmesini de açıklıyor: GSS primlerini toplayan Sosyal Güvenlik Kurumu, bu primleri ödeyenlerin faydalanmak istedikleri sağlık hizmetlerini Sağlık Bakanlığı’na bağlı ve “işletmecilik esasları”na göre çalışan hastanelerden ya da özel sağlık kurumlarından satın alacak. Tabii hükümetin uzun süredir üzerinde çalıştığı ve merkezi idarenin sunduğu kamu hizmetlerinin yerel yönetimlere ve yerel yönetimler eliyle özel sektöre devredilmesini öngören düzenlemeler yasalaştığında, hizmet alınacak yerler sadece özel sağlık kurumları olacak.

Sonuç

AKP’nin, sermayenin talepleri doğrultusunda hazırlamış olduğu “reform”un, toplumun çoğunluğunu oluşturan emekçilerin sağlık ve sosyal güvenlik alanında yaşadıkları yoksunluğu ortadan kaldırmayacağı aşikar. Söz konusu yoksunluğun ortadan kaldırılmasının çözüm yolu ise, öncelikle hazırlanan Sosyal Güvenlik Reformu’nun tamamen geri çekilmesi ve :

· Bu hizmetlerin tamamıyla, sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin denetiminde çalışan kamu kuruluşları tarafından üretilmesi ve tamamen genel bütçe gelirleri ile finanse edilmesi,

· Temel bir hak olarak kabul edilen sağlık ve sosyal güvenlik hizmetlerine bütçeden ayrılan payın arttırılması,

· Yeni oluşturulacak bir Halk Sağlığı ve Sosyal Hizmetler kurumu eliyle tek elden, parasız ve koşulsuz sunulmasıdır.