28 Nisan 2009 Salı

Güney Afrika: Ulusal demokratik devrim kazandı, ama…(www.bianet.org)


Tolga Tören

Güney Afrika Cumhuryeti’nde 22 Nisan 2009’da gerçekleştirilen seçimleri Afrika Ulusal Kongresi (ANC), yüzde 66 oy alarak açık bir farkla kazandı. ANC’nin en yakın takipçisi %16’lık oy oranıyla daha çok orta sınıf beyazların desteğine sahip olan Demokratik Birlik (DA) olurken, ANC’den ayrılan liberal kanadın kurduğu Halk Kongresi (COPE)’nin oyu, bütün medya ve sermaye desteğine rağmen yüzde 7’lerde kaldı. Geleneksel kabilesel söylemler üzerinden politika yapan Inkhata Özgürlük Partisi’nin (IFP) yalnızca yüzde 3’ler civarında oy alabildi.

Aslında seçimlerin esas olarak iki parti arasında geçtiğini söylemek mümkün. ANC ve COPE. Ancak bu durum iki partinin oy oranlarının birbirine yakın olmasından kaynaklanmıyor. Yukarıda da belirtildiği uluslar arası kapitalizmle bütünleşmeye dayalı politikaları savunan ve seçim kampanyasını eğitimli, profesyonel orta sınıflara dönük söylemlerle bezeyen COPE, ANC’den ayrılan liberal kanadın partisi. Dolayısıyla COPE’nin alacağı oylar ya da onun kuruluşunun ANC’nin alacağı oylar üzerinde yaratacağı etki, ANC’nin 2007 yılında Polokwane kentinde gerçekleştirilen parti konferansında kararlaştırdığı ve “ulusal demokratik devrim” anılan yeniden dağıtıcı/sosyal/demokratik politikalarla kalkınma yönündeki politik hattın geniş kitleler tarafından kabulü ya da reddi anlamına gelecekti. ANC’nin ülke genelindeki oyların üçte ikisini almasına rağmen, COPE’nin sadece yüzde 7’lerde kalması, en azından şimdilik, seçmenin büyük ölçüde, Güney Afrika Komünist Partisi (SACP) ve Afrika Sendikalar Konfederasyonu’nun (COSATU) partnerliği ile örülmeye çalışılan yeni yönelimi onayladığı anlamına geliyor.

Kaldı ki seçim sonuçlarının gelir grubuna göre yorumlanması da bu durumu ortaya koyuyor. Şöyle ki: 2007 Polokwane Kongresi’nde, eğitimli, entelektüel ve liberal eğilimli Thabo Mbeki ile yaptığı seçim yarışı sonrasında, ANC’nin başına geçen, eğitim seviyesi oldukça düşük, -bir çok entelektüele göre -“popülist” ve “solcu” Zuma daha çok, kırsal bölgeler, kayıt dışı yerleşim yerleri ya da yoksul siyah mahalleleri gibi gelir seviyesi düşük bölgelerden oy aldı. Kimi yorumculara göre, Zuma’nın özellikle kırsal yoksulluğun yaygın ve acıtıcı olduğu bölgelerden yüksek oranlarda oy almasında yukarıda saydıklarımız kadar, geleneksel söylemleri kullanması, özellikle de Güney Afrika’nın en büyük geleneksel topluluğu olan Zulu kültürüne vurgu yapmasının payı da yüksekti. Ancak bu tür yorumları yapan -genellikle- büyük medyanın ANC’nin başında Mbeki’nin kalmasından daha fazla hoşnut olacağını söylemeden geçmeyelim. Zuma ve ANC’nin iyi bir seçim kampanyası yürüterek insanları ikna etmede başarılı olduklarının genel olarak kabul edildiğini de.

Tüm bunlara, müstakbel devlet başkanı Zuma’nın sicilinin pek temiz olmadığını, orta ve üst sınıfların, ama özellikle de beyaz olanlarının kendisinden pek hazzetmediğini de eklemek gerekiyor. Nedenlerine gelince: her şeyden önce, geçmişte tecavüzle suçlanması ve kendisini “bana çıplak bir şekilde iyi geceler dedi, ben de bir Zulu çocuğu olarak bunun başka anlama geldiğinin bilinci ile davrandım” mealinde bir yanıtla savunması. İkincisi, geçen yıllarda, HIV/AIDS olan bir kadınla beraber olduktan sonra duş almanın, enfekte olmayı büyük ölçüde engelleyeceği biçimindeki “müthiş” yorumu. Üçüncüsü, halen, dört kadınla beraberliğinin olması, yani çok eşli yaşaması ve bunu, mealen, “herkes hayatından memnun” biçiminde teorize etmesi. Yolsuzluk, yozlaşma suç oranlarının yüksekliği, başta HIV/AIDS olmak üzere kamusal hizmetler konusunda ANC iktidarı döneminde bir şey yapılamadığı yöndeki eleştirilerden Zuma’nın payına düşenler de dördüncüsü. Sonuncusu ise Zuma’nın herkese, her kesime duymak istediği şeyleri söyleyen tipik bir politikacı olması, ki “popülist” tanımlanmasına yol açan en önemli neden bu.

Yukarıda saydıklarımız, özellikle de ilk üçü, özellikle eğitimli orta sınıflara saçlarını başlarını yoldururken Güney Afrikalı karikatüristlere de oldukça fazla malzeme sağlıyor. Örneğin herhangi bir gazetede, tepesinde her an bir duş başlığı olan bir Zuma ya da genç bir kadınla internette chat yapan ve kendisini karşıdakine çapkın ve zengin “Zulu çocuğu” olarak tanıtan bir Zuma karikatürü bulma işten bile değil.

Bütün bunlar bir yana, COSATU ve SACP ittifakı ile elde edilen, sol söylemlerle bezenmiş seçim başarısına ve Zuma’nın kamuoyunda solcu olarak bilinmesine rağmen aslında Zuma döneminde uygulanacak ekonomik politikalar belirsizliğini korumaya devam ediyor. Bir diğer ifade ile ANC’nin seçim bildirgesi, birçok demokratik hakkın yanı sıra, eşitlikçi, sürdürülebilir, kapsayıcı büyüme politikaları; insanca çalışma koşulları ve gelir; kırsal kalkınma; parasız eğitim ve sağlık; emek yoğun alanlarda yatırımlar gibi söylemleri içerse de, ortada neyin nasıl yapılacağına dair net bir yol haritası henüz bulunmuyor.

Öte yandan, bir ulusal özgürlük hareketi olan ANC’nin karmaşık sınıfsal yapısı yerli yerinde duruyor. Bir diğer ifade ile ANC üyesi olan sendikacı ve komünist bulmak ne kadar mümkünse, büyük ya da küçük, siyah ya da beyaz sermayedar bulmak da o kadar mümkün. Daha da önemlisi, Polokwane Konferansı’nda Zuma’yı destekleyen yüzde 60’lık ANC üye çoğunluğuna ve bu çoğunluğun Mbeki taraftarlarını tasfiye ederek parti içindeki hâkimiyetlerini pekiştirme çabalarına rağmen, Mbeki’yi destekleyen yüzde 40’lık ekibin, Mbeki de dâhi, bir kısmı (diğer kısmı COPE’yi kurmak üzere ANC’den ayrılmıştı) halen ANC içinde politika yapmaya devam ediyor. (Zuma taraftarlarının Mbeki taraftarlarını etkisiz kılmaya çalıştığı diğer alanların da kamu kurumları ve kamu işletmeleri olduğunu geçerken not edelim.) Ayrıca, bu zamana kadar ANC’yi destekleyen kimi sosyalist bireyler, bu karmaşa dolayısıyla ANC’den ve üçlü ittifaktan umutlu olmanın çok da doğru olmadığını söylerken, kimileri hem iktidarla birlikte davrandığı için COSATU’yu hem de “popülist” olduğu gerekçesiyle Zuma’yı eleştirirken, kimileri de, bu karmaşayı, bizde, yani “politik güç var ama ekonomik güç yok, dolayısıyla onu da elde etmeliyiz” gibi söylemlerle açıklamaya çalışıyor. Diğer yandan da, siyah orta sınıfları güçlendirmeye dönük kimi politikalar devam ediyor. Kısacası, sınıf çatışmaları hala devam ediyor. Sürecin adı ulusal demokratik devrim olsa da.

20 Nisan 2009 Pazartesi

Güney Afrika Güncesi 2: Apartheid’ten Ulusal Demokratik Devrime(mi?) (www.bianet.org)

Tolga Tören

Yukarıdaki sorunun cevabı önümüz Çarşamba’dan (22 Nisan 2009), yani genel seçimlerden sonra belli olacak. En azından kısmen. Ancak, hem başlıktaki sorunun yanıtına biraz daha yaklaşmak, hem sorunun sorulma sebebini, hem de yanıtın neden kısmen belirleneceğini anlamak için Güney Afrika Cumhuriyeti’nde 1994, yani apartheid sonrasında oluşan politik atmosfere kısaca bakmak gerekiyor.

Malum, 1948’de örülmeye başlayan ve hayatı siyahlar için zindana çeviren “apartheid” yönetimi, 1994 yılında, Afrika Ulusal Kongresi’nin (ANC) ayrılmaz yoldaşları olan, Güney Afrika Komünist Partisi (SACP) ve örgütlü işçi sınıfının mücadelesi ile yenilgiye uğratılır. 1994 yılına gelindiğinde, “özgürlük için kolay yürüyüş yok” diyen Mandela öncülüğünde, gerçekten hiç de kolay olmayan yollardan geçilerek özgürlük kazanılmıştır, dünyanın en ilerici anayasası olarak kabul edilen anayasa ile birlikte. Kazanılmıştır ama… Apartheid yönetimi altında, üst üste çıkarılan yasalarla, şehirlerin dışında inşa edilen kasabalarda yaşamaya mahkûm edilmek dâhil, ucuz emek gücü olarak kalmaları için her şey yapılmış, bütün insanlık hakları/vatandaşlık hakları ellerinden alınmış siyah halkların yoksulluğu düşünüldüğünde, gelenin kısmi bir özgürlük olduğunu söylememek için hiçbir neden yoktur. Sırada, kendi ülkesinin sahibi olarak yaşama hakkını elde eden bir halkın, bir de insan gibi yaşama hakkı için vereceği mücadele vardır. Apartheid karşıtı mücadele zamanında olduğu gibi, yeni dönemin kendi çelişkileri, çatışmaları ve imkânları ile birlikte.

Apartheid sonrasında, elbette ki en önemli imkân, komünistleriyle, ulusal özgürlük militanlarıyla ve elbette ki işçi sınıfının örgütlü desteği ile mücadele etmeyi öğrenmiş bir halkın coşkusu, morali ve inancıdır. Yıllardır haykırdıkları “halk yönetecek” sloganını hayata geçirmeyi becermiştir ne de olsa gökkuşağı ulusunun evlatları. Kadını, erkeği, yaşlısı ve genciyle… Peki, yeni sürecin çatışmaları nelerdir? Her şeyden önce, ulusal özgürlüğün kazanılmış olmasına rağmen, ekonomik gücün, kapitalizme uluslar arası ölçekte eklemlenmiş beyaz sermayedar sınıfın elinde olmasıdır. İkincisi, bu bölgelerdeki emek hareketlerinin zorlamasının da etkisiyle, ulusal özgürlük mücadelesine, insan hakları bağlamında destek vermiş olan, apartheid hükümetinin uluslar arası zeminlerden dışlanması gibi çeşitli kampanyaları desteklemiş olan batılı kapitalist çevrelerin istedikleri diyettir: piyasa dostu bir ülke. Üçüncü ve belki de en acıtıcı olanı, 1994 sonrasında iktidara gelen Afrika Ulusal Kongresi’nin içerisinde, hem ideolojik olarak, hem de maddi anlamda, yani nesnel koşulları itibarı ile sınıf değiştiren bir ekibin türemiş olmasıdır. Bu ekibin üyeleri arasında 1960’da yaşanan ve polisin siyah halk üzerine ateş açması sonucunda altmış siyahın ölümü, yüzlercesinin de yaralanması ile sonuçlanan Sharpville katliamı esnasında öğrenci lideri olanlar da vardır, bir zamanlar COSATU’nun (Güney Afrika Sendikalar Konfederasyonu) genel sekreterliğini yapmış olanlar da. Dolayısıyla söz konusu çevreler, ANC içerisinde azımsanmayacak bir etki gücünü ellerinde tutmaktadır. 1994 ama özellikle de 1996 sonrasında ise uluslar arası sermaye ile kurdukları bağlar sayesinde önemli ölçüde servet biriktirme şansı elde eder. Kimisi Güney Afrika’nın en büyük bankalarının ya da büyük uluslar arası şirketlerin yönetim kurulu üyesi olmuştur, kimisi bütün yakınlarına işler kurmuştur. Bu son faktör, ilk ikisi ile birleşince ortaya çıkan sonuç, 1994 sonrasında Uluslar arası Para Fonu ve Dünya Bankası gibi kuruluşlarla birlikte yürütülen ekonomik programlar olur. Bunlardan birisi de (ve aynı zamanda en önemlisi, en çok tartışılanı) GEAR’dır (Büyüme, İstihdam ve Gelir Dağılımı-Growth, Employment and Redistribition). 1996 yılında uygulamaya konan, Dünya Bankası’nın “yapısal uyum” programlarını andıran, yani liberalleşme, serbestleşme, özelleştirme gibi söylemleri ve uygulamaları içeren bu politika ile birlikte, başta telekomünikasyon olmak üzere, birçok kamu kuruluşu özelleştirilir, 15000’e yakın kişi işini kaybeder, kamuda özelleştirme-taşeronlaştırma gibi uygulamalar sonucunda 100.000’in üzerinde kişi mevcut pozisyonunu kaybeder. Bunların da ötesinde, şu anki Afrika Ulusal Kongresi (ANC) – Güney Afrika Sendikalar Konfederasyonu (COSATU)-Güney Afrika Komünist Partisi (SACP) ittifakı tarafından “1996 sınıfı” olarak tanımlanan kesimler ortaya çıkar. Yukarıda anlatıldığı gibi bu zamana kadar özgürlük hareketi ve onun müttefikleri ile birlikte yürümüş bu kesimler, söz konusu politikaların sonuçlarından en çok nemalananları oluşturmanın yanında, Afrika Ulusal Kongresi’nin, Güney Afrika Komünist Partisi ve COSATU gibi sol unsurlarla yan yana yürümesinden de rahatsızlık duymaya başlarlar. Bu minvalde başlayan tartışmalar, Afrika Ulusal Kongresi’nin 2007 yılında Polokwane kentinde yapılan toplantısında sona ulaşır. Söz konusu kongrede alınan kararlardan bazıları şunlardır:

· Afrika Ulusal Kongresi (ANC)- Güney Afrika Komünist Partisi (SACP) ve COSATU (Güney Afrika Sendikalar Konfederasyonu) öncülüğünde “Ulusal Demokratik Devrim”’e doğru yürüyüş,

· İnsanca çalışma hakkı,

· İşsizlik, yoksulluk ve eşitsizlikle mücadele,

· Ekonomik büyümenin kendiliğinden her şeye çözüm olacağı yönündeki neo-liberal inançtan vazgeçerek, gelir dağılımı ve adil büyüme için politikalar geliştirmek,

· “Demokratik kalkınmacı” bir devlet yönetimi altında, tarım reformu ve kırsal kalkınma yoluyla kırsal yoksulluğu azaltmak,

· Devletin ve bürokrasinin işleyişini demokratikleştirerek işçi sınıfı dostu politikaların uygulanmasını kolaylaştırmak,

· Piyasaya yapılan vurguların yerine, devletin ekonomide daha etkin rol almasını sağlamak,

· Özgürlük Bildirgesi’nde yazan “halk ülkedeki serveti paylaşacak” ilkesini hayata geçirmek.

Polokwane Konferansı bardağı taşıran ve safları ayıran son nokta olur. Kararlar üzerine başını Thabo Mbeki’nin (yukarıda vurgulanan öğrenci lideri de kendisidir) çektiği grup ANC’den ayrılarak COPE (Halk Kongresi) adında yeni bir parti kurar. Bu arada, COPE isminin Afrika Ulusal Kongresi’nin yıllarca uğruna mücadele ettiği Özgürlük Bildirgesi’ni 1955’de kabul eden örgütün adı olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Benzer şekilde, yeni COPE’nin, tamamen neo-liberalizme teslim olmuş, üçlü ittifakın deyimiyle “1996 Sınıfı”nın partisi olduğunu da.

Ancak şu anda iktidar partisi olan ANC içinde hala Mbeki taraftarları var. Elbette bu durum, hükümet kabinesi için de geçerli. Örneğin, finans bakanı Mbeki’ye yakın. En azından Çarşamba’ya kadar. Bunun dışında, büyük sermayenin, batı kamuoyunun, ülkedeki (kamu televizyonu olmak SABC de dâhil) büyük basının ve sermaye çevrelerinin desteğinin COPE ve Mbeki etrafında toplandığını da vurgulayalım.

COPE’nin söylemlerine baktığımızda, modası geçen siyasetlerin bir kenara bırakılması, sendikaların siyasete karışmasının yanlışlığı, Güney Afrika’nın batılı ülkeler gibi bir ülke olması gerektiğine dair vurguları görmek mümkün. Hatta ülkedeki korkunç yoksulluğu, apartheid döneminin politikalarındansa, ANC iktidarının beceriksizliğine ve eski kafalılığına bağlayıp, apartheid döneminde, her ne kadar sadece toplumun bir kesimi için olsa da kamusal hizmetlerin dağılımı daha iyiydi diyen eski “özgürlük mücadelecileri”ni görmek de. Dolayısıyla, ANC bir yandan Güney Afrika Komünist Partisi ve COSATU ile ittifak halinde, “ulusal demokratik devrim”e doğru yürümeye çalışırken, diğer yandan “1996 Sınıfı”nın, kendi içindeki ve dışındaki uzantıları ile mücadele etmeye çalışıyor.

ANC’nin kendisine gelince. 1912 yılında kurulan ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nin en eski ulusal özgürlük hareketi olan bu hareket, ulusal özgürlük hareketlerinin sahip olduğu birçok özelliği bünyesinde barındırıyor. Bunlardan birisi kuşkusuz ki sınıfsal çeşitlilik. Örneğin, bugün aynı anda hem ANC, hem Güney Afrika Komünist Partisi hem de COSATU üyesi olanları görmek mümkünken (ya da üçünden ikisine), ANC’nin sermayedar üyelerinin de -hem de azımsanmayacak sayıda- bulunduğunu eklemeyi ihmal etmeyelim. Kimi Güney Afrikalı sosyalistlerin, COSATU’yu, her ne kadar süreç “ulusal demokratik devrim” olarak tanımlansa da, iktidarla birlikte ittifak oluşturduğu için eleştirdiğini, ANC iktidarının, müttefikleri ile birlikte ulusal demokratik devrim vurgusu yapsa da, aynı zamanda bir siyah orta sınıf yaratma projesini yürüttüğünü, ülkede dünya bankasının birçok politikasının yürümekte olduğunu ekleyelim.

Bunlar dışında, devlet mekanizmasına dair de, belki birilerinin aklına yeni sorular düşürmeyi başabiliriz umuduyla, polis teşkilatı ve ordu gibi kurumların büyük ölçüde apartheid döneminin özelliklerini taşıdığını belirtelim.

Kısacası, Güney Afrika’da bir yandan çelişkili, ama bir yandan da umut ışıkları saçan bir süreç var. Çarşamba günü bu sürecin ne yönde ilerleyeceği daha net belli olacak. Ama bitirirken bir şeyi vurgulayalım.

Bir ulusal özgürlük hareketi olan Afrika Ulusal Kongresi’nin apartheid karşıtı mücadelede başarıya ulaşmasında, işçi sınıfı ile ve komünistlerle her daim ittifak halinde olması oldukça önemli rol oynadı. Bu bahiste, özellikle, apartheid döneminden kısa bir süre sonra kurulan ve siyahları üye kabul etmediği gibi, apartheid yönetimi ile karşı karşıya gelmekten de korkan beyaz sendikalara inat, ulusal özgürlük mücadelesine militanca katılım sağlayan, 1960’ların ortalarından itibaren de yeraltına inmek zorunda kalan SACTU’nun mücadelesini selamlamadan geçmemek gerekiyor. Elbette, dünyanın en eski komünist partilerinden birisi olan Güney Afrika Komünist Partisi’ninkini de. Başarıya ulaşanın, kendisiye aynı dönemlerde mücadele eden ve özgürlük mücadelesinin beyazlarla birlikte yürütülmesine karşı çıkan Pan-African Kongresi’nin (PAC) değil de ANC’nin olmasının altında yatan nedenlerden bir başkası da kuşkusuz ki, ANC’nin beyazların özgürlüklerine de garantör olmasıydı. Peki, bugün için ne söylenebilir? Seçimi ANC’nin kazanacağı kesin. Ama görünen o ki, “ulusal demokratik devrim”in nereye evrileceği, yukarıda anlatmaya çalıştığımız çelişkilerle birlikte belirlenecek. Bir diğer ifade ile sınıf çatışmaları gene belirleyici olacak.