1 Haziran 2010 Salı

AKP-TOBB gerginliği: Diyetimi ver cennet senin olsun (Ekmek ve Özgürlük, Sayı 9)

Tolga Tören

"Eğer TOBB 'benim 1 milyon 300 bin üyem var' diyorsa, biz diyoruz ki 'siz birer kişi ilave alsanız, ortalama istihdam etseniz bu üyelerinizi batırır mı?... Birer kişi istihdam ettiği anda, 1 milyon 300 bin kişinin veya 1,5 milyon kişinin istihdam alanına girdiği anda işsizlik oranını nereye getireceğini tasavvur edin. 3 puana yakın düşüş oluyor… İşsizlik bana göre yapısal bir sorun değil, sanal bir sorun… Ben nasıl daha fazla kazanırım' derken, orada insanımızın sömürüsü yapılıyor, emek sömürüsü yapılıyor. Bu kadar açık konuşuyorum…”

Yukarıdaki sözler, Başbakan’ın, küçük esnafı büyük sermayeye daha da bağımlı kılmaya dönük bir çok ögeyi de barındıran ‘Esnaf Destek Paketi’ni açıklarken yaptığı konuşmadan alındı. Ana akım medyanın özellikle liberal/sol liberal kanadında, bu sözlerden yola çıkıp, bizi AKP hükümetinin sosyal meselelere ne kadar duyarlı olduğuna ya da başbakanın ne kadar adilane bir insan olduğuna ikna etmeye çalışanlar oldu.

Sömürüsüz kapitalizm olmaz

Öncelikle, liberal/sol liberal yazarların saflıklarına ya da kötü niyetlerine gülüp geçmeyi de ihmal etmeden, hatırlatalım: Adilane olmak, ya da sosyal meseleye duyarlı olmak, başbakanların şahsına ait bir özellik değil, içinde yaşanılan toplumsal sisteme ait olması gereken bir özelliktir. Bu da, adı kapitalizm olan, kendisini de her koşulda sömürü ile var eden bir toplumsal sistemin doğasına aykırıdır. Öte yandan, Başbakan’ın,

Çocuğu işsiz bir vatandaşa sarf edilen “senin çocuğun da işsiz kalıversin”,
1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyen işçilere sarf edilen “işçi Taksim’e çıkarsa ayaklar baş olur”,
Ücretsiz ulaşım hakkı talep eden öğrencilere sarf edilen “bu komünistler var ya, bunlar milletten yana değil ha, illetten yana”,
Ve nihayet göçük altında kalıp hayatlarını kaybeden maden emekçileri için sarf edilen “bu işin kaderinde var” ifadelerini henüz unutmadığımızı da geçerken not edelim.


Sömürü AKP iktidarında daha da derinleşti

Kapitalist üretim ilişkilerinin asli zeminini oluşturan sömürünün, AKP hükümetleri döneminde, esnek ve kuralsız çalışmayı yaygınlaştıran düzenlemeler, baskı altına alınan ücretler ve “babalar gibi” yapılan özelleştirmeler sayesinde iyiden iyiye derinleşmiş olduğu gerçeğini de unutmuş değiliz. Dolayısıyla, Başbakan’ın TOBB üyelerine dair sarf ettiği sözleri, hükümetin “sosyal hak” kavramına bundan sonra daha fazla önem atfedeceğine dair ya da başbakanın ne kadar adilane bir insan olduğuna dair kanıt saymak için elimizde herhangi bir veri bulunmuyor. Peki bu durumda başbakanın bu sözlerini nasıl yorumlamalı?

Muhafazakâr demokrasi, sosyal adaletsiz demokrasi

Bu noktada AKP’nin de sahiplendiği “muhafazakâr demokrat” ya da “liberal demokrat” söylemin şekillenmesinde önemli rol oynayan; bireylerin gelir ve servet durumlarının onların beceri ve şansına bağlı olduğu; özgür bir refah toplumunun, sosyal adalet fikrinden uzak durması, ancak piyasada beceri sahibi olamayan insanlara sosyal yardım yapılması gerektiği gibi orijinal! fikirleri olan liberal bir düşünürün, Hayek’in şu ifadesini anımsamak yeterli: “Sosyal adaletin gerçek sorumluluğu ortadan kaldırdığı açıktır. Sosyal adalet fikrinde, bir kişinin toplumdaki pozisyonundan birey değil, hükümet sorumlu hale gelir; ayrıca bireyden, ‘sosyal açıdan sorumlu’ olması istenir. Bu nedenle, şahsi ve sorumluluk nosyonu tersyüz ve muğlâk hale gelir1”

AKP sermayeden diyetini istiyor

Hayek’in yukarıda aktarılan görüşleri, AKP hükümetinin sosyal politikalarında ‘Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu’ gibi kurumların bu kadar önemli yer işgal etmesini de, Tayyip Erdoğan’ın TOBB üyesi sermayedarlara çıkışmasını da, Başbakan’ın bu çıkışıyla mealen ne demek istediğini de açıklar nitelikte: Biz hükümet olarak üzerimize düşeni, yani sizin daha fazla kar elde etmeniz ve sömürmeniz için gerekenleri yapıyoruz, işgücü maliyetlerini, yani ücretleri düşük tutuyoruz, esnek çalışmayı garanti altına alıyoruz, sendikal hakların adını bile anmıyoruz, ölümlere kader diyoruz… Şimdi de siz üzerinize düşeni yapın. Bir diğer ifade ile AKP, kaybolmaya başlayan toplumsal meşruiyetini yeniden kazanabilmek için, kendisinin her daim el uzatmakta hiçbir beis görmediği sermayeden diyetini talep ediyor. Elbette ki, sosyal adalet kavramını silip atarak, kamusal yatırımları, özelleştirmelerin yarattığı tahribatı, taşeronluk sistemini kaldırmayı, eşit işe eşit ücret taleplerini ve sömürü koşullarını kaldırmayı aklının ucundan dahi geçirmeyerek. Elbette ki, Hayek ve benzerlerinin önerileri doğrultusunda ve elbette ki sermayenin daha fazla birikeceğini taahhüt etmeyi ihmal etmeden.

Sosyal bir cumhuriyet savunmak

Bu noktada sosyal muhalefetin sözcülerine ve emektarlarına düşen ise, sosyal adalet düşmanı AKP’ye karşı; bizi, yani toplumun çoğunluğunu oluşturan emekçileri, “sosyal bir cumhuriyet”e biraz daha yaklaştıracak talepleri,

  • İşten atmaların yasaklanmasını,
  • Taşeronluk sisteminin kaldırılmasını,
  • Özelleştirmelerin durdurulmasını,
  • Özelleştirilen kamu işletmelerinin işçi ve halk denetiminde yeniden kamulaştırılmasını,
  • Sendikal örgütlenme önündeki tüm engellerin kaldırılmasını,
  • İnsanca yaşamayı garanti altına alan asgari ücret, ücret ve temel geliri,
  • Eğitim, sağlık ve barınma hizmetlerinin kamu tarafından, ücretsiz ve koşulsuz karşılanmasını,
inadına, daha yüksek sesle, her yerde ve hep beraber haykırmak oluyor.