1 Eylül 2011 Perşembe

Kürt Sorunu: Muktedirlerin “çözüm”ü ya da emeğin ve özgürlüğün çözümü, Tiroj, Sayı 5, Eylül 2011

Tolga Tören
Malum, uzunca bir süredir, içinde yaşadığımız yeni dönemin muktediri olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) kendisini “askeri vesayete ve darbelere karşı demokrasi havarisi” olarak sundu. AKP’nin bu söyleminin kabul görmesinde ise, Türkiye’nin kapitalist gelişme sürecini, kapitalist üretim ilişkilerinin asli dinamiği olan sınıfsal ilişkilere bakarak okumak yerine, kerameti kendinden menkul bir merkez-çevre analizi ile okuyan ve buradan hareketle AKP’yi otoriter merkeze karşı ezilen çevrenin temsilcisi olarak kutsayanlar önemli rol oynadı.
Gene malum, bir süredir muktedirlerin Kürt sorununa ilişkin söylemleri eskinin ‘kart-kurt” edebiyatından, “açılım”a; TRT Şeş’in kurulmasına, “milli birlik ve kardeşlik projesi”ne ve nihayetinde “artık Kürt sorunu yoktur Kürt kardeşlerimin sorunları vardır”a doğru bir seyir izliyor.
Yukarıda ortak noktaları belirtilen ve kendilerini daha çok ‘liberal’ ya da ‘demokrat’ olarak tanımlayan kalem erbabının AKP’ye yükledikleri misyon, son dönemlerde Kürt meselesi bağlamında süregelen tartışmalarda ya da kullanılan söylemlerde de kendini belli ediyor. Bir başka ifade ile AKP’nin ve başta Fethullah Gülen Cemaati olmak üzere müttefiklerinin çaldığı savaş tamtamlarının yeri göğü inleten gürültüsüne karşın, AKP birilerinin gözünde hala Kürt meselesini çözecek bir kahraman niteliği taşıyor.
Savaş tamtamları çalarken…
Oysa,
· AKP’nin müttefiki Fethullah Gülen Cemaati’nin, Komünizmle Mücadele Dernekleri’nden yadigâr anti-komünizmi; Sızıntı Dergisi’nin Ekim 1980 tarihli nüshasında kendisini “Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz [i] … ifadeleriyle açık eden “Taraf”tarlığı ve 28 Şubat’ta seçilmiş Erbakan hükümetine karşın generallere destek vermişliği,
· Daha yakın zamana geldiğimizde, Cemaatin önemli isimlerinden Hüseyin Gülerce’nin, 1990’ların “devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” diyen Tansu Çiller’ini aratmayacak ifadelerle “…Terörle ilk defa, ‘büyük Türkiye’ye yaraşır bir mücadele verilecek. Devletin gücünü zaafa uğratanlar devre dışı kalınca, sivil iradenin kontrolündeki polisin, jandarmanın, özel askerî birliklerin ahenkli çalışmalarıyla neler yapılacağını dost düşman herkes görecek...”[ii] biçimindeki ifadeleri,
· Tayyip Erdoğan’ın, gene 1990’ların “…Elimizde bin tane işadamının adı var. Teröre destek olanlardan hesap soracağız” yollu ifadelerle oldukça karanlık bir sayfa açan Tansu Çiller’i misali, “Terörle örgütüyle arasına mesafe koymayanlar bunun bedelini ödeyecekler”[iii] ifadesi,
· AKP destekçisi Önder Aytaç’ın, geçtiğimiz yıl dile getirdiği Öcalan’ın asılması yönündeki önerisi[iv],
· Ve nihayetinde, 1990’ların Hürriyet’ini aratmayacak şekilde, belki de yeni dönemin Hürriyet’i olarak, Yenişafak gazetesinin BDP’li vekilleri hedef gösteren “katil sizsiniz” manşeti[v],
tabloyu tam olarak görmemize yardımcı olacak kimi ipuçlarını oluşturuyor.
Bu tablo içinde eksik olan tek şeyin, Ertürk Yöntem’in 1990’larda sunduğu “Perde Arkası” programı ve TRT ekranlarında “ölü olarak” ele geçirildikten sonra yan yana dizilmiş gerilla cesetleri olduğunu söylemek abartılı olmaz. Kuşku yok ki, AKP eliyle sürüklendiğimiz bu dönemde, yeni dönemin Hürriyetleri ve Tansu Çillerlerinin oluşması gibi, perdeler arkasından bakan Yöntemleri de ortaya çıkacaktır. Ama ne gam! “Liberal” ve “demokrat” yazarlar için, sorunun çözümü için varsa yoksa AKP.
Tablonun tümüne bakmak
Soruna daha geniş bir perspektiften bakılmak istendiğinde, tablonun, sorunu çözeceği öne sürülen aktörler hakkında önemli bir arka plan bilgisi sunacak yukarıdaki verilerden ibaret olmadığını söylemek mümkün. Tablonun tamamlanması için ise, bugünden birkaç ay daha geri gidip referandum döneminde açığa çıkan kimi eğilimleri analize dahil etmek gerekiyor. Söz konusu dönemde yaşanan,
· Kürt siyasetinin ilerici unsurlarının aldığı boykot kararı,
· Abdullah Öcalan’ın “Demokratik özerklik” formülasyonu ve demokratik özerklikte kapitalizmin kabul edilemeyeceği yönündeki ifadeleri,
· Kürt sermayedarlarının ve AKP çeperindeki kitle örgütlerinin yaklaşık yetmişinin referandumda AKP’ye destek sunması,
· Ve nihayet tüm liberal yazarların, Kürt siyasetinin ilerici unsurlarına hükümetle uzlaşması ve referandumda evet oyu kullanmaları yönündeki telkinleri…
gibi gelişmeler, yukarıdaki tabloyla birlikte ele alındığında bize çok şey söylüyor kuşkusuz.
“Çözüm” zorunluluğu
Cumhuriyet olarak adlandırılan ve asli niteliği Türkiye’de kapitalist ilişkiler bütününün kuruluşunu sağlamak olan “proje”nin ve o “proje”ye içkin olan ortak bir pazar ve ulus inşası sürecinin zorunlu ve doğal bir sonucu olan Kürt meselesi, “proje”nin yeniden yapılandığı bir dönemde “çözülmek” durumunda.
Bir başka ifade ile, kapitalist sistemin uluslararası ölçekte bir dönüşüm ile karşı karşıya olduğu, başta Ortadoğu olmak üzere, dünyanın bir çok bölgesinde bir yeniden yapılanma sürecinin yaşandığı, güç dengelerinin farklılaştığı bir dönemden geçiyoruz. Bu süreçle ilintili olarak, Türkiye kapitalizmi de bir yeniden yapılanma süreci içerisinde. Bu yeniden yapılanmanın –sermaye açısından- yarattığı önemli sonuçlardan birisi ise, sadece Türkiye’nin kapitalist gelişme süreci açısından değil; bölge açısından da önemli bir “sorun” alanı olan Kürt meselesinin çözümü yönündeki zorunluluk. Bu noktada ise sorunun hangi aktörlerle ve nasıl çözüleceği önem kazanıyor.
Muktedirlerin “çözüm”ü: Savaş, tasfiye ve birikim
Elbette ki, muktedirler açısından bakıldığında, sorunun en ideal çözümü, özelde Türkiye sermayesinin birikim olanaklarına, genelde ise kapitalist üretim ilişkilerinin bölgedeki gelişim dinamiklerine halel getirmeyeni. Kuşku yok ki, böylesi bir çözüm, başta Kürt halkı olmak üzere, halkların özgürlüğünü ve haklarını garanti altına alacak bir çözüm olmaktan oldukça uzak. Dolayısıyla bunun bir çözüm değil ama bir “çözüm” olacağını söylemek mümkün.
Öte yandan, muktedirlerin “çözüm”ünün Kürt siyasetinin ilerici, yüzünü sola dönen ve gerek Türkiye’de gerekse bölgede kapitalist üretim ilişkilerinin gelişme dinamiklerini sekteye uğratma potansiyeli taşıyan kesimlerinin ve onların yol arkadaşlarının tasfiyesini zorunlu kıldığı aşikar.
Meseleye bu açıdan bakıldığında, AKP tarafından uygulamaya konan ve Kürt siyasetinin ilerici unsurlarının toplumsal meşruiyetini sarsmaya, dahası, liberal, ABD ile işbirliği yapmaya hazır ve muhafazakar Kürt siyasi oluşumlarının toplumsal meşruiyetini arttırmaya dönük kimi politikalar, örneğin;
· Bölge’de hükümet eliyle başta Fethullah Gülen Cemaati olmak üzere dini yapılanmaların önünün açılması,
· Toplu Konut İdaresi’nin Bölge’deki faaliyetlerinin arttırılması,
· Bölgenin, “bölgesel asgari ücret” gibi uygulamalarla, sermaye için cennet haline getirilirken, bu durumun yoksul Kürt halkına “istihdam yaratıldığı” gibi bir söylemle sunulması,
· Hükümet yanlısı basında ve İslamcı basında, Kürt siyasetinin ilerici unsurlarının liderlerinin ateist, Zerdüşt, dinsiz olmakla itham edilmesi,
· Sürgündeki kimi Kürt sanatçıları ile hükümetin üst düzey temsilcilerinin yakın ilişkiler geliştirmesi,
· Başta hükümete yakın olanlar aracılığıyla olmak üzere, medyada, Kürt siyasetinin ilerici unsurları arasında, ayrışmalar varmış gibi bir hava yaratılması ya da olağan fikir ayrılıklarının kaşınarak, büyük ayrışmalar gibi sunulması,
· Nihayet, bir dönem, Güney Kürdistan’da sermaye birikiminin sürekliliğini sağlamak için hem Türk sermayesi hem de yeni gelişen Kürt sermayesi için bulunmaz nimet olan, bu anlamda, muktedirlerin “çözüm”ünün önemli aktörlerinden birisini oluşturan Mesut Barzani’ye danışmanlık yapan Kemal Burkay’a iletilen resmi dönüş bileti ve Burkay’ın neredeyse hükümet töreniyle karşılanması…
daha anlaşılır bir hal alıyor: Ulusal sorunun, sermaye sınıfı ile, ılımlı İslam modeli çerçevesinde ve kapitalist üretim ilişkilerinin sürekliliğini garanti altına alacak bir şekilde ortadan kaldırılması.
Emeğin ve özgürlüğün çözümü: Sosyal Cumhuriyet
Ancak sorunun bu şekilde “çözüm”ünün gerçek bir çözüm olamayacağı aşikar. Kürt siyasetçilerden liberal yazarlara, eski genel Kurmay Başkanlarına kadar birçok kesimin tartıştığı Güney Afrika modeli[vi] bu durumun en önemli örneği niteliğinde.
1960’larda, 70’lerde ve 1980’lerde emek hareketinin, ulusal özgürlük hareketinin ve sosyalist/komünist hareketin kol kola verdiği mücadelenin bir meyvesi olarak, ırk ayrımcısı rejimin yenilgiye uğratılmasına rağmen,
· Ülkenin eski beyaz egemenlerinin, başta mülkiyet ilişkileri olmak üzere egemenlik alanlarını hala koruması,
· Eskinin beyaz sermayesi ile işbirliği halinde olan yeni bir siyah sermaye sınıfının oluşması,
· Madenlerden hemen her gün gelmeye devam eden ölümlü iş kazası haberleri,
· Siyah nüfusun önemlice bir kısmının su, elektrik, tuvalet dahi bulunmayan enformel yerleşim alanlarında ikamet etmesi ve pekala bir sınıfsal sorun olarak tanımlanabilecek HIV/AIDS’ten muzdarip olması,
· Siyah nüfusun işsizlik oranının yüzde 40’a yakın seyretmesi,
· Patriyarkal şiddet …
kısacası “sınıfsal apartheid”, 1990 Güney Afrika’sını tanımlayan temel olgular. Bu olguların ortaya çıkmasının en önemli nedeni ise, 1990’a kadar emek hareketi-sosyalist hareket ve ulusal özgürlük hareketi ittifakının, 1990 sonrasında ülkedeki yerleşik beyaz sermaye ile uzlaşarak, yani sınıf perspektifini bir kenara bırakarak yoluna devam etme çabasına girmesi; yani “çözüm”ü kabul etmesi. Bütün bunlar, Kürt sorununun gerçek bir çözümünün ipuçlarını da veriyor:
Kürt sorununun Türkiye’nin kapitalist gelişme sürecine içkinliğini; dolayısıyla Türkiye’nin kapitalist gelişme sürecini sekteye uğratmadan gerçek bir çözümün olmayacağını bir an bile akıldan çıkarmadan,
· Sömürü sorunundan,
· Ulusal sorundan,
· Cinsiyetçiliğe dayalı ezme/ezilme/sömürü ilişkilerinden,
· Kapitalizmin doğayı tahrip eden üretim yapısından,
muzdarip olanların, Fransız Devrimi’nde, sonradan giyotine gönderilenler tarafından haykırılan “Sosyal Cumhuriyet” şiarı altında birleşmeleri.
Anayasa tartışmaları bunun için yeterli bir zemin sunacak.