22 Şubat 2013 Cuma

Güney Afrika: Ulusal soruna sermayenin “çözüm”ü! , Siyaset, Sayı 2, Şubat 2013



Tolga Tören


Güney Afrika Cumhuriyeti Kürt sorununa ilişkin tartışmalarda sıklıkla referans verilen bir örnek. Bu durumun nedenlerini anlamak zor değil:
  • Ülke çoğunluğu olan siyah nüfusun apartheid adı verilen kurumsallaşmış ırk ayrımcılığı ile bütün haklarından mahrum bırakıldığı bir rejimin yenilgiye uğratılması,
  • Afrika Ulusal Kongresi (ANC) lideri Mandela’nın, 1962’de ABD tarafından apartheid rejimine teslim edilmesinin ardından 27 yıl bir adada tutulması ve sonrasında muazzam bir tören ile serbest bırakılarak devlet başkanı olması,
  • Ülkenin 1996 yılında kabul edilen ve “gökkuşağı ulusu” söylemine yaslanan anayasasının on üç resmi dili kabul etmesi ve bu süreçlerde Hakikat ve Uzlaşma Komisyonları’nın ses getiren çalışmaları,
gibi faktörler, Güney Afrika’ya verilen referansları anlaşılır kılıyor.
Ancak bunlar, Güney Afrika’nın Kürt sorununun çözümünde model olabileceğine ilişkin şüpheleri ortadan kaldırmıyor. Bu şüphelerin daha iyi anlaşılması için apartheid rejiminin yenilgiye uğratılmasına yol açan örgütlülüğün oluşturulduğu 1994 öncesine ve apartheidin ortadan kalktığı 1994 sonrasına göz atmakta fayda var.#
Direnişin Güney Afrikası
1994 öncesi Güney Afrika’ya baktığımızda, karşımıza çıkan en önemli aktör, 1955 yılında, Afrika Ulusal Kongresi (ANC), Güney Afrika Komünist Partisi (SACP), Güney Afrikalı Hint Kongresi (SAIC), Güney Afrika Sendikalar Kongresi (SACTU) gibi örgütlerin katılımıyla oluşturulan Halk Kongresi. Kongre’nin aynı yıl yayınladığı Özgürlük Bildirgesi’nin kimi öğeleri de şunlar:  

  • Güney Afrika, üzerinde yaşayan, siyah ya da beyaz herkese ait,
  • Halk yönetecek: Irk ve cinsiyetleri dikkate alınmaksızın her insan eşit hakka sahip olacak,
  • Halk ülkenin servetini paylaşacak.
Kongre İttifakı, ırk ayrımcılığının ülke kapitalizmi için işlevsel olmaktan çıktığı 1970’lerde ve apartheid rejiminin “yönetemez” hale geldiği 1980’lerde gecekondu, işçi, kadın ve öğrenci direnişlerinin örgütlenmesinde önemli rol oynar. Bu zaman diliminde Özgürlük Bildirgesi yoksul bölgelerde elden ele dolaşan kutsal bir kitap, Mandela adı ise her eylemde haykırılan bir simge haline gelir.  
1980’ler: İstikrarsız Denge
1980’lerin sonu, bir yandan “yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istemediği” bir “devrimci durum”, diğer yandan da ne apartheid karşıtı güçlerin ne de apartheid rejiminin diğeri üzerinde egemenlik kurabildiği bir “istikrarsız denge”dir. Sermaye çevrelerinin ANC lideri Mandela ile ilişkilenmeye başlaması da dönemin bir başka özelliğidir. Kongre’nin “halk iktidarı” ve “kamulaştırma” taleplerinin iyice görünür olduğu bu dönemde başlayan görüşmelerde, sermaye çevrelerinin çözüm planı iki ögeye dayanır: ANC’nin, en önemli müttefiki olan ve Kongre İttifakı’nın devrimcileşmesinde önemli rol oynayan Güney Afrika Komünist Partisi ile ilişkilerinin kesilmesi ve “kamulaştırma” talebinden vazgeçilerek “yeni” Güney Afrika’nın” serbest piyasa temelinde inşası. 1990 yılında Roben Adası’ndan salıverildiğinde Mandela’nın bu taleplere yanıtı nettir:“Madenlerin, bankaların ve tekelci endüstrinin kamulaştırması ANC’nin politikasıdır ve bu konuda görüşlerimizde bir değişiklik ya da düzeltme tartışılmaz.”
1990’lar: Sermaye hakimiyeti
Sovyetler Birliği’nin dağıldığı, sermayenin ve uluslararası finans kuruluşlarının ANC üzerinde muazzam bir ideolojik basınç yarattığı, “milli demokratik devrim” kavramına yaslanan Kongre İttifakı içerisinde siyah sermayedarların ön plana çıktığı 1990’lı yıllarda çok şey değişir. Mandela’nın 1994'te izleyicileri sermayedarlar olan bir toplantıda sarfettiği “...ekonomik politikalarımızda kamulaştırma gibi şeylere dair tek bir referans yok... Bizi Marksist ideoloji ile bağlayacak tek bir slogan yok…” sözleri değişimin en önemli habercisidir. Sermaye çevrelerinin basıncı ile 1996’da uygulamaya konan, ülkedeki kamu kuruluşlarının neredeyse tümünün özeleştirilmesine ve (siyah nüfus ve kadınlar arasında) işsizlik oranlarının patlamasına hizmet eden Büyüme, İstihdam ve Gelir Dağılımı (GEAR) programı ise değişimin ikinci ayağıdır. Bu sürece, siyahları yoksulluktan kurtarmak söylemi ile meşrulaştırılsa da ülkede, beyaz sermaye ile eklemlenmiş bir siyah sermaye yaratmaya hizmet eden Siyah Ekonomik Güçlendirme (BEE) programı eşlik eder. Özelleştirmelerde ANC üyesi (siyah) sermayedarlara öncelik verilmesi ve ülkedeki beyaz sermayedarlar ile siyah sermayedarlar arasında gelişen ortaklık ilişkileri bu programın en önemli özellikleridir.
Ulusal soruna (neo)liberal “çözüm”!
Bugün mü? Geçtiğimiz Ağustos'ta 36 siyah madencinin öldürüldüğü 78’inin yaralandığı Lonmin madeninin ortaklarından birisinin, 1996 Anayasası’nın yapımı sürecinde Mandela’nın atadığı görüşmeci olmanın yanında Siyah Ekonomik Güçlendirme programı sayesinde ülkedeki en büyük siyah sermayedar haline gelen Cyril Ramaphosa olması bugüne ilişkin çok şey söylüyor. Öte yandan,

  • Dört büyük şirket ülkedeki sermayenin yüzde 81’ini kontrol ediyor,
  • Ülkedeki toprağın yüzde 87’si beyazlara ait,
  • HIV ile enfekte olmuş insan sayısı yaklaşık 5,5 milyon ve neredeyse tamamı siyah ve kadın yoksullar,
  • 2004-2007 yılları arasında protesto ve gösteri sayısı 30 bin.
Bu nedenle Güney Afrikalı şair Dennis Brutus soruyor: “İnsanların hayatlarını kurban ettiği şey bu mu? ...biz kazanmışsak kaybetmiş olması gerekenler nasıl oluyor da hiçbir şey kaybetmemişler gibi görünüyor”.