15 Şubat 2005 Salı

Tsunaminin de rantı var! (Siyasi Gazete)

Tolga Tören

Güney Asya'da yaşanan tsunami, halkların acılarının, kapitalist sistem içerisinde süregiden hegemonya ve meşruiyet mücadelesinde sıçrama tahtası olarak kullanılabildiğini de gözler önüne serdi. Bunun en açık örneğini Condoleeza Rice'ın, tsunaminin ABD için önemli bir fırsat doğuracağı, yönündeki açıklaması oluşturdu; ancak örnekler bununla sınırlı kalmadı. Bilindiği gibi, ABD'nin, bölgeye göndermeyi taahhüt ettiği yardım miktarı ilk günlerde yalnızca bir milyon dolarla sınırlı kaldı. Ancak Japonya'nın gönderdiği yardım miktarının daha fazla olduğunun anlaşılması sonrasında önce on, sonra otuzbeş ve nihayetinde 350 milyon dolara kadar çıktı. Benzer şekilde, Avrupa ülkelerinin bölgeye gönderdiği yardım miktarı da zaman içinde artan bir seyir izledi. Bunda rol oynayan faktör ise, Avrupa halklarının topladığı yardım miktarının devletin topladığından daha fazla olduğunun görülmesiydi. Bu konudaki tek örnek yardım göndermede yaşanan "açık arttırma" değildi. Avrupa'nın bölgeye, "Krizlere Tepki Gücü" adlı bir askeri birliğin gönderilmesi gerekliliğini dillendirmesi, ABD'nin bölge ülkeleri için Marshall Planı benzeri bir düzenlemenin gerekebileceği tezini ortaya atması, verilebilecek örneklerden bazıları.

Türkiye'den önce türban

Türkiye'de ise, hükümetin tsunami konusunda ilk aklına gelenler, imamlara vaaz verdirip "allah rızası için" halktan yardım istemek, bölgeye, çam sakızı çoban armağanı misali, "müslüman kadınlar için başörtüsü" göndermek, "U2 ve Bonjovi'nin gösterdiği hassasiyeti, bizim sanatçılarımızın da göstermesi"ni dilemek oldu. Ancak kendisine, Türkiye'yi AB üyesi yaparak "medeniyetler çatışması"nı önlemek, "Türkiye'yi küresel güç yapmak" gibi misyonlar biçmiş olan hükümetin, dilek ve temennilerin ötesine geçip, tsunamiden "küresel" siyasetler üretmeyi akıl etmesi fazla zaman almadı. Tayyip Erdoğan 13 Ocak tarihli gazetelere tsunami bölgesine "somut projeler" ve "yüklü bir çekle" gideceğini belirtti. Aynı tarihli gazetelerde yazanlara göre, hükümet bununla da yetinmeyerek, Türkiye'nin yapacağı yardımların BM kayıtlara geçmesini ve İslam Konferans Örgütü nezdinde girişimlerde bulunarak islam ülkelerinin bölgeye yardım yapmasını sağlayacaktı. Böylelikle başında Recep Tayyip ERDOĞAN'ın bulunduğu Türkiye hükümeti!!!, yardım taahhüdünde bulunup da yerine getirmeyen ülkelerden kendini ayrıştırarak, bölge ülkeleri nezdinde kendisi için ayrıcalıklı bir konum elde etmiş olacaktı. Öte yandan, İslam Konferans Örgütü'nün süreçte daha etkin kılınmasıyla, islam ülkelerinin dünyadaki prestiji artarken bu sürecin mimarı olan Tayyip Erdoğan ve hükümeti de islam ülkeleri nezdinde prestijini arttıracaktı.

Hükümet için beklenen fırsat

İlerleyen günlerde Erdoğan, bölge ülkeleri için yürüttüğü çalışmaları "genlerindeki hayırseverlik" ile açıkladı. Ancak, hükümetin Dolmabahçe Sarayı'nda işadamları için düzenlediği "Güney Asya" gündemli yemekli toplantı, Erdoğanın genlerinden ve hayırseverliğinden çok, her fırsatta takipçisi olduğunu belirttiği Turgut Özal'ın, "bir koyup üç alma" felsefesini akla getiriyordu. Erdoğan, katılımcıları arasında, Gama, Nurol, Akfen, Limak gibi inşaat firmalarının, Müteahhitler Birliği'nin, TOBB'un temsilcilerinin de bulunduğu toplantıda, işadamlarından on milyon dolar civarında nakit yardım sözü aldı. Ancak, toplantıda işadamlarının yarışırcasına "başbakanın emrine" sundukları yardımlar karşılıksız kalmayacaktı. Çünkü Erdoğan toplantıda işadamlarından, 50 milyon dolar tutarında imar projeleri hazırlamalarını istemiş ve tsunami bölgesini "yeni yatırım" üssü olarak tanımlamıştı. Erdoğan'ın bölgeyi yatırım üssü olarak tanımlanması boşa değildi. Tıpkı gelişmiş kapitalist ülkelerin tsunamiyi bir fırsat olarak görmeleri gibi, AKP hükümeti de yapacağı "ekonomik atılımlar" ve bu yolla toplayacağı puanlar için tsunamiyi bir fırsat olarak değerlendiriyordu. Güney Asya ziyaretinin gündem maddelerine bakıldığında bunu anlamak zor değil. "Erdoğan'ın ve beraberindeki 150 kişilik heyetin" Endonezya ziyaretinin önemli gündem maddelerinden birisi, yıllık 500 milyon dolar olan iki ülke arasındaki ticaretin iki milyar dolara çıkarılması için çalışmalara başlanmasıydı. Bunun dışında, Türkiye'nin, "bölgedeki ülkelere dönük kalıcı bir ortaklık stratejisi oluşturulması", "ekonomik işbirliğinin ağırlıklı olacağı ilişkilerde Türkiye'nin kendini daha çok göstermesi için çeşitli platformlar oluşturulması", "hiç ticaret yapılmayan Filipinler, Vietnam, Tayland, Hong Kong gibi ülkelerle ticarete başlanması konularında çalışmalar yürütülmesi" gibi konular da, gezinin gündemleri arasında yerini aldı. Bu gündem maddelerinin bu kadar sık dillendirilmesi, hükümetin Güney Asya gezisine denk gelse de, Pasifik ülkeleri ile ticari ve siyasi ilişkilerin arttırılması hükümet ve sermaye çevreleri için yeni bir proje değil. Hükümet ve MÜSİAD, TÜGİAD (Türkiye Genç İşadamları Derneği), PASİAD (Pasifik Ülkeleri İle Sosyal ve İktisadi Dayanışma Derneği) gibi sermaye örgütleri bu ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesini uzun süredir gündemlerine almış durumda. Dolayısıyla AKP hükümeti için tsunami, Türkiye sermayesinin yayılma dinamiklerine zemin hazırlayarak, sermaye çevrelerinin kendisine sunduğu desteği arttırmak için bulunmaz bir nimet oluşturdu. "Tüccar" başbakan da bu nimeti hakkını vererek değerlendirmeyi ihmal etmedi.

Erdoğan, Güney Asya gezisi vesilesiyle memleket dahiline de mesajlar göndermeyi ihmal etmedi. Endonezya'dan Kıbrıs için destek isteyen Erdoğan, böylelikle memlekete, "milli dava"nın hükümeti tarafından Pasifik'te bile gündeme getirildiği, ulusal çıkarların kollandığı mesajını göndermiş oldu. Öte yandan, tsunamide yıkılmayan bir camiyi "allahın lütfu" olarak niteleyen bir partiliyi "'Bırakın böyle boş konuşmaları. Demirden, çimentodan çalmazsanız, Allah da lütfeder' sözleriye azarlayan Erdoğan, laiklik konusunda da hükümeti yakın izlemeye almış kesimlere bir mesaj gönderiyordu: Laikiz elhamdulillah.