15 Aralık 2005 Perşembe

Sosyal haklar AB’den Gelmez (Siyasi Gazete)

Tolga Tören

AB süreci sermaye çevrelerinden solun bazı kesimlerine kadar uzanan geniş bir yelpazede, farklı tepki ve beklentileri açığa çıkardı. Sermaye, 17 Aralık 2004 sonrasında yabancı yatırımcıların Türkiye’ye akın edeceği, ekonomiye sıcak para gireceği, borsanın yükseleceği, özelleştirmelerin daha da hız kazanacağı hayalleriyle yaşıyor. Kemalistler, Cumhuriyet’e harç olmuş bir çok konuya halel getirmekten sakınarak da olsa, en önemli hedeflerinden birisi sayılabilecek “muasır medeniyet mertebesi”ne erişmenin heyecanını yaşıyor. Solun, anti-kapitalizmi boş verip, anti-emperyalizm rüyaları gören kısmı, “vatan elden gidiyor” yollu çığlıklarla milliyetçiliğe daha bir sarılırken, bir kısmı egemen güç kabul ettikleri bürokrasinin etkisinin kırılmasıyla, sivil toplumun güçleneceğinin hesabını yapıyor. Bir başka kısmı da, “AB solu ile birleşip küreselleşmeye karşı ortak mücadele etme” olanağı elde etme beklentisiyle beraber, Türkiye’nin AB üyeliğinin sosyal haklar alanında birçok ilerleme yaratacağının hesabını yapıyor. Peki AB Türkiye’de sosyal hakları ileri bir konuma taşıyacak mı? Bunun anlaşılabilmesi için, AB’de sosyal politikaya ilişkin düzenlemelerin kimi özelliklerine göz atmakta fayda var.

Avrupa’da sosyal düzenlemeler

AB’de sosyal haklar alanında yapılan düzenlemelerde dikkat çeken noktalardan birisi, söz konusu düzenlemelerin, çoğu zaman, Birlik çapında bağlayıcı olmaması. Bu konuda verilecek örneklerden birisi Avrupa Sosyal Şartı (ASŞ). 1965 yılında yürürlüğe giren ve Türkiye’nin 1989 yılında onayladığı ASŞ, güvenli çalışma, adil ücret, örgütlenme, toplu pazarlık ve grev, sosyal güvenlik gibi hakları düzenliyor. Ancak Avrupa Komisyonu’na üye olan tüm ülkelerin bu metni onaylama zorunluluğu yok. Kaldı ki Türkiye de, ASŞ’nın adil çalışma, güvenli ve sağlıklı çalışma, çalışan kadınların korunması, toplu pazarlık hakkı gibi konularda düzenleme yapan maddelerine çekince koymuş durumda.(1) Dolayısıyla söz konusu metinle getirilen düzenlemeleri uygulamak, ulus devletin inisiyatifine bırakılmıştır. Nice’te kabul edilen ve sonrasında Avrupa Anayasası’na eklenen Temel Haklar Şartı da, bağlayıcılıktan yoksun olma özelliği açısından ASŞ ile benzerlik gösteriyor(2) Ayrıca, ASŞ’nin eylem programında sosyal güvenlik, örgütlenme ve toplu pazarlık konusuna değinilmemesi, sosyal haklar alanında yapılan düzenlemelerin eyleme geçirilmesi gibi, bir amacın olmadığı biçiminde değerlendirilebilir.

Sosyal haklara ilişkin yapılan düzenlemelerin birlik çapında bağlayıcı olmaması ve uygulamasının, üye ülkenin inisiyatifine bırakılması, AB’nin üye ülkelere sosyal haklar alanında ilerleme sağlamasının bir hayal olduğunu ve kazanımların, ancak her bir ülkenin emekçilerinin mücadeleleriyle elde edilebileceğini gösteriyor. Bu da sosyal hakları kazanmak için gözümüzü çevirmemiz gereken yerin Avrupa değil, emek hareketi olduğunu gösteriyor.

AB’nin sosyal haklar alanında yapmış olduğu düzenlemelerde dikkat çeken noktalardan bir diğeri, ileri olarak görülebilecek düzenlemelerin bir başka düzenlemeyle kısıtlanabilmesi. Türkiye’nin de üye olduğu Avrupa Komisyonu tarafından, 1950 yılında hazırlanan ve 1961 yılında Avrupa Sosyal Şartı (ASŞ)’nın da eklenmesiyle tamamlanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nde yer alan kimi düzenlemeler, buna örnek olarak gösterilebilir. ASŞ’nin zorla çalışma yasağı getiren 4. maddesi, hükümlüler ya da şartlı tahliye edilmişler için bu yasağı geçersiz kılarken; sendika kurma ve sendikaya üye olma hakkını düzenleyen 11. madde ise, silahlı kuvvetler, devlet güçleri ve görevlileri için bu hakkı kısıtlıyor. Avrupa Adalet Divanı’nın bir kararıyla düzenlenen grev hakkının da benzeri kısıtlamalara tutulması, bu konuda bir başka örnek.(3) Benzeri bir durum, 1992 tarihinde yürürlüğe giren Sosyal Politikaya İlişkin Anlaşma (SPİA) için de geçerli. SPİA, ücret, örgütlenme özgürlüğü ve grev gibi konularda düzenleme yapmamasının yanında, AB çapında grev hakkına da kısıtlama getirmektedir.(4) Verilen bir hakkı istisnalar yoluyla kısıtlamanın da ötesinde, doğrudan kısıtlayan bu düzenleme, aynı zamanda haklar sözkonusu olduğunda, AB’nin bir bütün olarak davranmadığını göstermesi açısından da anlamlı.

Emeğin hakları için yapılan düzenlemelerde, AB organlarındaki karar alma mekanizmasının işleyiş biçimi, bu konuda ele alınabilecek bir başka örnek . Avrupa Komisyonu’nun, emeğin en önemli hakları için karar alınırken oy birliği aramasına karşın, tali kalan düzenlemelerde oy çokluğu ile, dolayısıyla daha çabuk ve kolay karar alması buna örnek olarak gösterilebilir. (5)

Birliğe aday ülkeler ve AB

AB’nin genişleme sürecinde, aday ülkelere yönelttiği talepler de, AB’ye girilmesi durumunda sosyal hakların varacağı nokta konusunda bir gösterge olabilir. Türkiye de dahil, aday ülkelere şart koşulan IMF programlarının uygulanması, özelleştirme-piyasalaştırma yönündeki düzenlemeler, esnek çalışma ilişkilerinin hayata geçirilmesi gibi, bir dizi uygulamanın sosyal haklar alanındaki etkilerinin neler olduğu biliniyor. AB Komisyonu 2004 Türkiye İlerleme Raporu ve Tavsiye Kararı bu duruma örnek olarak ele alınabilir. Metinde, şeker ve tütün piyasalarının serbestleşmesi, bağımsız düzenleyici kurumlar, petrol piyasalarının serbestleştirilmesi gibi serbest piyasa lehinde düzenlemeler olumlu karşılanırken, bu zamana kadar hayata geçirilememiş benzerlerinin de bir an önce hayata geçirilmesinin gerekliliği salık veriliyor. AB coğrafyasında yaşananların da pek farklı olduğu söylenemez. Esnek çalışmanın artması, çalışma saatlerinin uzaması, sermayenin üretimi emek maliyetinin düşük olduğu bölgelere kaydırması ve işçi sınıfının buna gösterdiği tepkiler, eğitim-sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi, sendikaların güç kaybetmesi gibi birçok olgu bugün AB coğrafyasında yaşayan emekçilerin canını yakmaya devam ediyor. İşsizlik oranı yüzde 6,2 olan Hollanda’da nüfusun yarısına yakınının part-time çalışması(6), İngiltere’de resmi rakamlara göre yüz bin kişinin sokakta yaşaması(7), Almanya’da Cryhsler, Fransa’da Bosch fabrikalarında çalışma saatlerinin uzatılması(8)bu konuda sayılabilecek birçok örnekten yalnızca birkaçı.

Bu yazıda ele alınan olguların tümünün kapitalizmin gelişme süreci ile tutarlı olduğunu söylemek gerekiyor. Bu durum ise ister istemez kimi soruları akla getiriyor. Kapitalizmin yeniden yapılandığı bir dönemde, sermayenin uluslararasılaşma eğiliminin bir yansıması olarak oluşan ve sonrasında kapitalizmin gelişimi ile paralel bir seyir izleyen AB(9), bugün sosyal haklar için bir sığınak olabilir mi? Sermayenin, krize girdiği 1970’lerden bu yana, kâr oranlarını eski seviyesine çıkarmak için, emeğe her türlü saldırıyı reva gördüğü bir dönemde, AB sermayesi emeğin haklarını tanımayı kabul eder mi? Peki böyle bir davranış sermayenin dokunduğu herşeyi kâra dönüştürmek isteyen doğasına uygun mu? Soruları çoğaltmak mümkün.

Ancak bu sorulara olumlu yanıt vermek, AB’yi , bir sermaye oluşumu olarak kabul etmemek anlamına geleceği gibi, aynı zamanda, AB’de bir zamanlar varolan sosyal devleti, emeğin bir kazanımı olarak değil, sermaye tarafından bahşedilmiş ulufe olarak görmek anlamına gelir. Bu ise, herşeyden önce Avrupa işçi sınıfına haksızlık olur l



(1) Yüksel Akkaya(2003), “Avrupa Birliği ve Sendikacılık”, AB Türkiye Gerçekler Olasılıklar, Ed. Mehmet Türkay, YeniHayat Kütüphanesi, İstanbul

(2) Tonguç Çoban, Türkiye AB ilişkilerinde Sosyal Boyut, www.sendika.org

(3) Yüksel Akkaya, age

(4) Yüksel Akkaya, age

(5) Yüksel Akkaya, age

(6) Birgün, 15 Aralık 2004

(7) Evrensel, 15 Aralık

(8) www.birlesikmetal.org

(9) Mehmet Türkay(2003), AB-Türkiye Entegrasyonu:Nasıl? Nereye Kadar?, Sürekli Kriz Politikaları, Haz:Neşecan Balkan, Sungur Savran, Metis Yayınları, 2003