5 Şubat 2010 Cuma

Dünya Ekonomik Forumu: Davos ipleri elinde tutamıyor (Ekmek ve Özgürlük, Sayı 6)

Tolga Tören

Dünya Ekonomik Forumu’nun yakın zamanlarda yayınladığı Küresel Riskler 2010 başlıklı rapor, kapitalist sistemin uluslararası ölçekte yaşadığı sorunların sermaye sınıfının gözünden nasıl değerlendirildiğinin anlaşılması açısından önemli bir belge niteliği taşıyor. Rapor’da yer alan ve kapitalist sistemin karşılaşma ihtimali bulunan riskler ile bu risklerin dolar bazında yol açacağı tahribatı gösteren 2010 Küresel Risk Peyzajı başlıklı grafikte, çok sayıda ekonomik riskten dört tanesi, gerçekleşme ihtimali %20’den fazla (grafikteki en yüksek olasılık) olanlar arasında yer alıyor: Varlık fiyatlarının çöküşü, Çin’in yıllık büyüme oranının yüzde 6’nın altına düşmesi, mali kriz, korumacılık. Grafiğe göre varlık fiyatlarında meydana gelecek bir çöküş 1 trilyon doların üzerinde, Çin ekonomisindeki bir yavaşlama 250 milyar dolar ile 1 trilyon dolar arasında, mali kriz 1 trilyon dolar civarında, korumacılıktaki yükseliş ise 50 ile 250 milyar dolar arasında tahribat yaratacak.

Rapor’da önümüzdeki dönemde iki ülkenin dünya ekonomisinde belirleyici rol oynayacağı belirtiliyor: Çin ve ABD. Ancak Rapor’u hazırlayanlar, kapitalist sistemin geleceğine dair çok da iyimser olmadıklarından olsa gerek, Rapor’da, bir sonraki ekonomik çevrimin politik olarak daha büyük istikrarsızlıklarla birlikte yaşanacağını ve küresel yeniden yapılanmanın işsizlikte bir azalmayı beraberinde getirmemesi durumunda, korumacılık, makro ekonomik istikrarsızlık, sosyal huzursuzluklar ve küreselleşmeden geri dönüşler gibi eğilimlerin ortaya çıkacağı belirtiliyor. Ve ekleniyor: “Küreselleşmeden geri dönüşler korumacılığın daha da ötesine gidecek ve bu durumda politik ve sosyal riskler ya da küreselleşmeye karşı güçlü tepkiler oluşacak. Tüm bunların önlenmesi için küresel liderler sorunların çözümü için ortak bir platform bulmalı”[i].

Davos: Sermayenin ortak platformu

Sermaye sınıfının sorunlarını tartışmak için ihtiyaç duyduğu platform, 27-31 Ocak 2010 tarihleri arasında İsviçre’nin Davos kentinde gerçekleştirilen Dünya Ekonomik Forumu’nda (WEF) kuruldu. Forum’un bu yılki buluşmasının başlığı, sermayenin yukarıda değinilen Rapor’da dile getirdiği kaygıları ve sistemde düzenlemeler yapmak yönünde bir zorunluluk hissettiğini yansıtır nitelikte idi: Dünyanın Durumunu Düzeltmek: Yeniden Düşünmek, Yeniden Tasarlamak, Yeniden İnşa Etmek[ii].

Finansal sektörün yeniden düzenlenmesi

Forum’da yoğun olarak tartışılan konulardan birisi finansal sektörün yeniden düzenlenmesiydi. Aralarında İngiltere Başbakanı Gordon Brown, Fransa Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy, spekülatör George Soros, WEF Başkanı Klaus Schwab, İsviçre Devlet Başkanı Doris Leuthard’ın da bulunduğu birçok katılımcı, bankacılık sisteminin, spekülatif sermaye hareketlerinin denetlenmesine zemin hazırlayacak biçimde yeniden düzenlenmesi gerektiğini vurguladı. Hatta, Sarkozy, eleştirilerini “bu kriz sadece küresel bir kriz değil...Bu küreselleşmenin krizidir” diyecek ve ardından yeni bir uluslararası para sistemi talep edecek kadar sivriltti. İsviçre Devlet Başkanı Leuthard’ın ifadeleri ise hem söz konusu düzenlemelerin başarı olasılığını hem de finansal sektöre getirilmek istenen düzenlemelerin önümüzdeki dönemin yeni çatışma alanlarından birisini yaratacağını ortaya koyar nitelikte idi: “Bankacılar sorumluluklarından paçayı kurtarmaya çalışıyorlar, bazı ülkelerde, katı sermaye ve likidite yükümlülüklerine, tasarruf sahiplerini korumaya dönük uygulamalara karşı lobi faaliyetlerinde bulunuyorlar ve de başarıya ulaşıyorlar”[iii].

Güç ilişkileri değişiyor

Davos’ta üzerine fazla mesai yapılan bir başka konu başlığı da kapitalist sistem içindeki güç ilişkilerinin farklılaşması idi. Örneğin ünlü ekonomist Michael Roubuni, ABD ve Euro bölgesi ülkeleri hakkında kötümser olduğunu, bu bölgelerde kamu borçlarının sürdürülebilirlik sorununun yanında bir rekabet sorunu da olduğunu belirttikten sonra, söz konu bölge ya da ülkelerin pazar paylarını Çin ya da Asya ülkelerine bıraktıklarını vurguladı[iv]. Çin Merkez Bankası başkan yardımcısı Zhu Min ise, Avrupa ülkeleri ve ABD’nin aksine Çin’in iyi bir yıl geçirdiğini belirttikten sonra, ülkenin, çelik üretiminde 27 Avrupa Birliği ülkesinin 2008 yılındaki yıllık üretiminden daha fazla, 200 milyon tonluk, bir kapasite fazlasına sahip olduğunun altını çiziyordu. Bu noktada bir parantez açmak gerekiyor: Çin’in, özellikle çelik üretiminda sahip olduğu bu kapasite fazlası, bir yandan kapitalist sistem içerisinde güç ilişkilerindeki değişimin bir göstergesi olma niteliği taşıyor diğer yandan da sistemin yeni ve daha derin bir kriz ile karşı karşıya kalabileceği yönünde sinyal görevi görüyor. Şöyle ki: 2008’de patlak veren krizden hemen önce, başta ABD olmak üzere bir çok ülke pazarına önemli miktarda çelik ihraç eden Çin, kriz sonrasında ise söz konusu pazarları kaybetme ve ekonomik büyümesinin gerilemesi riski ile karşı karşıya kaldı[v]. Bundan dolayıdır ki, bir çok uluslararası kuruluş, Çin’in para değerinde bir yükseltmeye giderek ekonomisini ihracat merkezli olmaktan çıkarmasını ve iç talebe dayalı önlemler almasını öneriyor. Çin’li yöneticiler, geçtiğimiz yıl iç talebi artırmaya dönük kimi önlemler aldılarsa da ve halen büyüme stratejilerinde kimi değişiklikler yaparak, özellikle tüketim harcamalarını arttırmaya dönük politikaları hayata geçireceklerinin altını çizseler de, Yuan’ın değerini yükselteceklerine dair herhangi bi işaret vermiş değiller. Dolayısıyla Çin’in kapitalist sistemin geleceği içerisinde oynayacağı role dair belirsizlikler hala yerli yerinde duruyor. Bu durum kapitalist sistem içinde güç ilişkilerinde yaşanan farklılaşmanın sermaye sınıfı içerisinde ne gibi çatışma ve uzlaşmalarla nihayete ulaşacağını söylemek erken olduğunu da ortaya koyuyor. Ancak, kesin olan bir şey var ki, o da yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği. Yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istediklerini düşünmemiz için de herhangi bir sebep bulunmuyor. Bu durum işçi sınıfının tüm bileşenlerini kapsayabilecek bir emek odağı ve yeni bir dünya nasıl yaratılabilir sorusu üzerine daha fazla düşünmeye başlamanın zamanının geldiğini gösteriyor.