27 Mayıs 2013 Pazartesi

Barış sürecinde iktisadi tartışmalar - 6, Güney Afrika’da Irkçılık bitti, yoksulluk baki, Özgür Gündem ile Röportaj, 27 Mayıs 2013

Barış sürecinde iktisadi tartışmalar - 6


Sedat YILMAZ
Güncellenme : 26.05.2013 05:22
Aslında tarihsel olarak yer yere, zaman zamana tam olarak benzemez. Ama Güney Afrika modelinin kritik bir önemi var. Bir ülkede en başta gelen düğümün çözülmesi, diğer düğümlerin çözülmesini otomatik olarak sağlamıyor. Dolayısıyla her düğüm için, her yeni aşama için mücadeleden başka yol yok


Güney Afrika’da Irkçılık bitti, yoksulluk baki

Barış süreci ile birlikte gözlerin en çok çevrildiği ülkelerden biri Güney Afrika. Biz de G. Afrika’da yaşanan savaşı, sömürüyü, direnişi ve sonrasını Toros Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Tolga Tören ile ele aldık. 2009-2010 yılları arasında Uluslararası Çalışma Örgütü tarafından çeşitli üniversiteler ile işbirliği içinde organize edilen Küresel Emek Üniversitesi programının katılımcısı olarak Johannesburg’da Witwatersrand Üniversitesi Emek Politikaları ve Küreselleşme yüksek lisans programı kapsamında apartheid dönemi emek hareketi üzerine çalışmalarda bulunan Tören, “Apartheid’den Siyah Ekonomik Güçlendirmeye Güney Afrika: Sermaye Birikiminin Tarihselliğinde Irk ve Sınıfın Yeniden Eklemlenmesi” başlıklı doktora tezi hazırladı.

Barış süreci ile birlikte gözlerin döndüğü ülkelerden biri de Güney Afrika. Bu konuda ne söylersiniz?

- Güney Afrika’ya bakmak elbette önemli. Ancak iki toplumun ya da ulusal sorunun iki toplumda açığa çıkış ve çözülüş biçiminin benzerlik ve farklılıklarına dikkat etmek kaydıyla.

Nedir bu farklılıklar ya da  benzerlikler?

- Güney Afrika nüfusunun yaklaşık yüzde 79’u siyah, yüzde 9’u melez, yüzde 2.5’i Hint/Asyalı ve yüzde 9’u beyaz. Ulusal sorunun açığa çıkış biçimi iki toplumda oldukça farklı. Birisinde, azınlık, diğerlerini yok saymıyor; ama bütün yurttaşlık haklarından mahrum kılıyor. Diğerinde ise, bir halkın asimile edilmesi söz konusu. Benzerlik bağlamında ise ulusal sorunun kapitalist üretim ilişkilerinin kuruluşu ile, yani sınıf ilişkileri ile ilişkisi önem kazanıyor.

Burayı biraz açabilir misiniz?

- Güney Afrika’da ırkçılığın kurumsallaşması ile kapitalist gelişme arasında doğrudan ilişki var. 1652 yılında coğrafyada koloni kuran Doğu Hindistan Şirketi, kölelik, yerli halkın topraklarına el koymak gibi yollara başvursa da ırkçılık coğrafyada kapitalizmin kurulduğu dönemde kurumsallaşır. Bu da İngiliz sermayesinin ülkede keşfedilen altın ve elmasa yatırım yaptığı döneme, 1800’lerin ortasına tekabül eder. 1913 tarihli bir yasayla ülkedeki toprakların yüzde 7’si, geçimlik tarım yapmaları için siyahlara ayrılır ve siyahların bu topraklar (rezervler) dışında yaşaması yasaklanır. Bu, nüfuslarına oranla küçük bir toprağa sahip olan siyahların, geçici/göçmen işçi olarak madenlerde çalışmak zorunda kalmasına yol açar. Zaten amaç da budur. Sonuçta, siyah nüfus mekansal olarak beyaz nüfustan ayrışırken, madencilik sermayesinin ucuz ve esnek işgücü ihtiyacı da garanti altına alınır. 1930’larla birlikte rezerv ekonomileri çözülür. 1940’larda siyah nüfus, fiili olarak kentlere göç eder ve sermaye, daha ucuza çalışan siyah işçileri istihdam etmeye başlar. Bu durum “ayrıcalıklı” konumlarını kaybetmek istemeyen beyaz işçilerin siyahların işgücü piyasalarının dışında tutulması; tarım sermayesinin de siyahların rezervlerde tutulması taleplerini tetikler. Apartheidin kurucusu Ulusal Parti de bu talepler üzerinde yükselir.

Direniş gelişmez mi?

- 1940’larda, siyah işçiler arasında ırkçılığa ve çalışma koşullarına karşı direniş başlar. Bunda en önemli rolü, 1912 yılında, yurt dışında eğitim almış entelektüeller tarafından kurulan; 1930’lara kadar, uzlaşmacı politikalar izleyen, 1940’lardan itibaren Güney Afrika Komünist Partisi’nin (SACP) etkisiyle radikalleşen Afrika Ulusal Kongresi (ANC) oynar. ANC, 1943’te Afrikalıların Güney Afrika’daki talepleri metniyle ilk defa beyazlara verilen hakları siyahlar için de talep eder. 1944’te ANC Gençlik Ligi yayınladığı manifestoyla siyah gençlik arasında güç kazanır. 1949’da kabul edilen Eylem Programı ile boykot, grev ve sivil itaatsizlik kampanyaları örgütlenir. 1952’de ülke tarihindeki en önemli kampanyalardan birisi olan Muhalefet Kampanyası başlar. Kampanya süresince yaklaşık 8 bin kişi tutuklanır; ama ANC de kitleselleşir. Kampanya başında 7 bin olan üye sayısı 1953’te yaklaşık yüz bindir.

Mücadele sadece ANC tarafından mı yürütülür?

- Farklı aktörler varsa da lokomotif, örgütsel öncülüğünü ANC’nin, ideolojik öncülüğünü SACP’nin yaptığı, adını da Halk Kongresi’nden alan Kongre İttifakı’dır. Apartheid karşıtı mücadelenin motoru haline gelen ve ANC, Güney Afrikalı Hint Kongresi, Güney Afrika Demokratlar Kongresi, Güney Afrikalı Melez Halk Örgütü, SACP ve ilk çok ırklı sendika olan Güney Afrika Sendikalar Kongresi (SACTU) gibi örgütleri kapsayan Kongre 1955’te Özgürlük Bildirgesi’ni yayınlar. Bildirge, Güney Afrika, üzerinde yaşayan, siyah ya da beyaz herkese aittir; halk yönetecek; bütün ulusal gruplar eşit hakka sahip olacak; maden zenginlikleri, bankalar ve tekeller halka devredilecek, kamulaştırılacak gibi söylemler içerir. 1960’ta direniş bastırılır.

Bu dönem apartheidin “altın yılları”dır. Bunda ırkçılığın, İngiliz ve Hollanda kökenli sermayenin yanında, 1960’lardan sonraki yatırımlarıyla rejime askeri ve finansal destek sağlayan ABD sermayesi için hala işlevsel olması da önemli rol oynar. 1960’lar boyunca siyah nüfus, ABD yatırımlarının da etkisiyle gelişen sanayinin gereksinim duyduğu ucuz işgücünün garanti altına alınması için, ayrı devletçikler biçiminde inşa edilen Bantu alanlarında yaşamaya zorlanır. İmalat sanayii de, siyah işgücünden faydalanabilmek için bu Bantu devletçiklerinin sınır bölgelerinde yoğunlaşır. Sonuçta siyah nüfus vatandaşlık haklarından sadece Bantu devletlerinde faydalanabilen, “beyaz Güney Afrika”da ise pasaport benzeri belgeler taşıyarak ikamet edebilen bir kitle haline gelir. Zaten apartheid budur.

Irkçılık karşıtı güçlerin zaferi nasıl geldi?

- 1970’lere gelindiğinde ırkçılık sermaye için işlevselliğini kaybetmeye başlar. İmalat sanayiinde yaşanan gelişme kalifiye işgücü ihtiyacının artmasına, siyah işçilerin işgücü piyasalarının dışında tutulması ise beyaz işçilerin ücretlerinin artmasına yol açmıştır. Bu nedenle artık sermaye de sesini yükseltir. Öte yandan, 1970’lerin başındaki Durban Grevleri dalgası önemli bir dönümdür. 1980’lere Kongre İttifakı’nın ulusal özgürlük hareketini, emek hareketini ve sosyalist hareketi kapsayarak yürüttüğü mücadele ile girilir. Ama 1980’ler rejim ile direnişin birbiri üzerinde egemenlik kuramadığı bir istikrarsız dengedir. Bu dönemde rejim, direnişi kontrol altına almak için, kısıtlı temsil mekanizmaları ve siyah sermayedar yaratmaya dönük reformlar yapar.

Sonuç ne olur?

- Direniş sertleşir. 1979’da kurulan Güney Afrika Sendikalar Federasyonu (FOSATU) 1984’te Transvaal’da iki günlük grev ilan eder. Siyah Yurttaş Derneği, Port Elizabeth de, işçilerin yüzde 90’ının katıldığı bir işe gitmeme eylemi organize eder. ANC 1985’te halk savaşı kararı alır. 1980 ortaları ile 1990 arasında ANC’nin silahlı kanadı Halkın Mızrağı’nın gerilla sayısı 12 bini bulur. 1977-1983 yılları arasında yaklaşık iki yüz elli olan silahlı eylem sayısı 1984-1989 yılları arasında bin 100’ü aşar. Bu dönemde ANC’nin Özgürlük Radyosu’ndan yapılan Güney Afrika’yı yönetilebilir olmayan bir ülke haline getirme çağrısı karşılık bulur. Gecekondu, işçi, kadın, öğrenci direnişleri, kira ve tüketici boykotları örgütlenir. 1985’te Güney Afrika Sendikalar Konfederasyonu’nun (COSATU) kuruluşu bir başka dönüm noktasıdır. 1987’de, COSATU yöneticileri Lusaka’da ANC liderleri ile bir araya gelerek Özgürlük Bildirgesi’ne (Kongre İttifakı’na) bağlılıklarını dile getirirler. COSATU, 1987’de 300 bin metal işçisinin katıldığı bir grev organize eder. Dönem boyunca, her militanın cenazesi Mandela’nın adının haykırıldığı tören, Özgürlük Bildirgesi de elden ele gezen bir metin haline gelir.

Rejim bunlara nasıl bir yanıt üretti?

- 1986’da, güvenlik bürokratları, önlem alınmazsa, komünist zaferin kaçınılmaz olacağını duyurur. Aynı yıl sıkıyönetim ilan edilir, ilk gün bin 200 kişi tutuklanır. Bu sayı 1988’de 30 bindir. Bu arada, ülkedeki ekonomik kriz derinleşir. 1983’te yabancı bankalar ülkeye güvenlerini kaybettiklerini açıklar. 1985’te, uluslararası finans kuruluşları, alacaklarını geri çağırır, yabancı yatırımcılar ülkeden çekilmeye başlar. 1980’lerin ortalarında sermaye çevreleri “sorumlu siyah lider” arayışına girer. ANC’nin etkisinin kırılamayacağının netleşmesi ile birlikte ANC ile ilişkilenmeye başlar. 1986’da bir grup sermayedar ANC liderleri ile görüşür, hükümete de ANC ile görüşmesi için basınç uygular. İlerleyen dönemlerde, SACP ve ANC sembollerinin yasakları ve kimi ırkçı düzenlemeler kaldırılır. 11 Şubat 1990 tarihinde de Nelson Mandela serbest bırakılır.

Anayasa da bu sürecin ürünüdür değil mi?

- Evet, ama bu süreç aynı zamanda sermaye hakimiyetinin tesis edildiği bir zaman dilimi. 1980’lerin ortalarından itibaren mecburen de olsa ANC’ye destek veren sermaye, diyetini ister. Bunların ilki Güney Afrika’nın liberal bir cumhuriyet olmasıdır. Kongre İttifakı’nın “madenlerin kamulaştırılması” vb. taleplerinden vazgeçilmesi, özel mülkiyete anayasal güvence, neoliberal politikalar, Merkez Bankası başkanlığı ve finans bakanlığının Ulusal Parti’de kalması diğer taleplerdir. Mandela çıktığında, “Madenlerin, bankaların ve tekelci endüstrinin kamulaştırması (...) görüşlerimizde bir değişiklik (...) tartışılmaz” ifadelerini kullanırsa da sermayenin taleplerinin hepsi, önemli bir kazanım olan 11 resmi dil ile birlikte, 1993 Geçici Anayasası’nda yer alır. Kongre İttifakı’nın solu, geçiş döneminde sermayeye verilen tavizleri, ilerleyen dönemlerde sosyalist hareketin etkisinin artacağı inancı nedeniyle önemsemez. Ancak sonuç farklı olur.

Bugün için neler söyleyebiliriz?

- SSCB’nin dağıldığı, sermayenin ANC üzerinde ideolojik basınç yarattığı, “iki aşamalı devrim” kavramına yaslanan Kongre İttifakı içerisinde, devrimin ikinci aşamasına sırt çeviren siyah sermayedarların öne çıktığı 1990 sonrasında çok şey değişir. Bu dönemde üç olgu dikkat çeker. İlki, 1994’te yürürlüğe konan, sosyal demokrat bir program olan Yeniden İnşa ve Kalkınma Programı’dır (RDP). Hazırlanmasında, COSATU’nun önemli rol oynadığı program, acımasız bir yoksulluğa mahkûm edilen milyonlarca siyahın, işsizlik, konut, elektrik, sağlık ve su gibi sorunlarını çözme söylemine yaslanır. Ama RDP 1996’da yerini aniden, serbest ticaret, esnek emek rejimi gibi vurgulara sahip Ekonomik Büyüme, İstihdam ve Gelir Dağılımı (GEAR) programına bırakır. Bu program sert bir liberalizasyon başlatmakla kalmaz, ANC, SACP ve COSATU arasında, yani Kongre İttifakı içinde kırılmalar yaratır.

Program kapsamında çok sayıda kamu işletmesi özelleştirilir, yüz binlerce insan işini kaybeder, sağlık sistemi çökme noktasına gelir, HIV/AIDS vakalarında patlama yaşanır. Bu sürecin izleri apartheid dönemine kadar uzansa da, asıl olarak apartheid sonrası dönemde uygulamaya konan Siyah Ekonomik Güçlendirme (BEE) programı eşlik eder. Siyah nüfus ile beyaz nüfus arasındaki eşitsizliklerin giderilmesi, siyah bir orta sınıf yaratılması gibi söylemlere dayanan program, fiilen beyaz sermaye ile eklemlenmiş siyah bir sermaye yaratılmasına hizmet eder. Özelleştirmeler, ihaleler, lisans dağıtımları gibi alanlarda siyah sermayedarlara ya da siyah sermayedarlara hisse devretmeyi kabul eden diğer firmalara öncelik verilir. Bu durum, büyük sermayenin üretimi alt sözleşme ilişkileri aracılığıyla parçalama eğilimi ile uyumludur.

Sonuçta, siyah nüfus içerisinde sınıfsal bir ayrışma yaşanır. Beyaz sermaye ile yeni siyah sermaye arasında hem çatışmalar ve uzlaşmalar barındıran, karmaşık bir ilişkiler bütünü ortaya çıkar. Geçtiğimiz Ağustos’ta 36 siyah madencinin öldürüldüğü 78’inin yaralandığı Lonmin madeninin ortaklarından birisinin, anayasa yapımı sürecinde Mandela’nın atadığı görüşmeci olmanın yanında Siyah Ekonomik Güçlendirme programı sayesinde ülkedeki en büyük siyah sermayedar haline gelen Cyril Ramaphosa olması çarpıcı bir örnek. Ayrıca, bugün dört büyük şirket ülkedeki sermayenin yaklaşık yüzde 80’ini kontrol ediyor, ülkedeki toprağın yüzde 85’e yakını beyazlara ait, HIV ile enfekte olmuş insan sayısı yaklaşık 5.5 milyon ve neredeyse tamamı siyah ve kadın yoksullar. Sanırım Güney Afrikalı Marksist Patrick Bond “sınıfsal apartheid” terimini kullanmakta haksız değil.

 
Adalet tam olarak oluşmadı

Hakikat ve Uzlaşma Komisyonları hakkında ne söylersiniz?

- 1994 seçimleri ardından Ulusal Parti’nin de katılımıyla oluşan Ulusal Birlik Hükümeti tarafından çıkarılan bir yasaya dayanan komisyon şüphesiz önemli görevler üstlenir. Apartheidin insanlık suçu olarak tanımlanması bence bunlardan en önemlisidir. Ama örneğin suç dosyası çok kabarık olan Güney Afrika Savunma Gücü’nden komisyona çok az başvuru olur ya da başvuranlar gerçekleri dile getirmez. Bu nedenle komisyona fiili af makinesi olarak çalıştığı eleştirileri gelir. 1977 yılında işkenceyle öldürülen Siyah Bilinç Hareketi’nin lideri Steve Biko’nun eşi bu eleştirmenlerden biridir. Ayrıca komisyon asıl olarak “yeni” Güney Afrika’nın ihtiyaç duyduğu hakikatleri üretir. Suçlu olarak Hollanda kökenli azınlık işaret edilir ama; apartheid rejimine yatırım yaparak ya da kredi vererek cansuyu sağlayan uluslararası sermaye konu edilmez.