17 Eylül 2017 Pazar

Bir cenaze, 'Yeni Türkiye'nin sureti ve Kemalizmin zihinsel kanaması, www.siyasihaber3.org, 17 Eylül 2017


Malum, 25 Eylül 2017 tarihinde uzunca bir zamandır Kürdi siyasetin ilerici / seküler güçlerinin önünü, bölgenin muhafazakar / radikal İslamcı güçleri aracılığıyla kesme politikası izleyen Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) tam da bu bağlamda partneri olan Kürdistan Demokrat Partisi’nin (KDP) yönetimi altındaki Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde bağımsızlık referandumu gerçekleşecek.


Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, referandumun her koşulda yapılacağını belirten Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani'ye hitaben "Sayın Barzani, bizim bu konuda ne düşündüğümüzü gayet iyi biliyor” diye seslenip devam etmiş:

“Yaptığı açıklama, bana göre hakikaten çok çok yanlış bir açıklama. Çünkü bizim yıllardır Irak'ın toprak bütünlüğü konusundaki hassasiyetimizi biliyor. Irak'ın toprak bütünlüğü konusundaki hassasiyetimizi bildiği halde, bunun yanında Kerkük özellikli bir bölge, bunu da bildiği halde, kalkıp hala buralarda kendine göre bazı operasyonlar yapma gayretinin içerisine girmesini hiç mi hiç doğru bulmuyorum."[i]

Cumhurbaşkanı "Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olma”, daha doğrusu “Irak’ın bütünlüğü derken Türkiye’nin bütünlüğünden olma” durumuyla karşı karşıya olduğunun farkında değil belli ki. Ama görünen o ki, bu durumun farkında olmayan bir başka kesim daha var… Bu kısmı açacağız elbet… Ama önce Turgut Uyar’a kulak verelim, Uyar’ın “Yokuş Yol’a” şiirine gönlümüzü açalım:

“Güllerin bedeninden dikenlerini teker teker koparırsan

Dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar

Dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filan sanırsan

Kürdistan’da ve Muş - Tatvan yolunda bir yer kanar

Muş - Tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan

Eşkıyalar kanar kötü donatımlı askerler kanar…”


Muktedirlerin farkında olmadığını düşünmemiz için bir neden bulunmuyor; ama gene de hatırlatmakta fayda var, en azından tarihe mütevazı bir not düşmek için: Adına “Yeni Türkiye” denen zaman ve mekanda, güllerin dikenleri bedenlerinden teker teker değil topluca koparılıyor, elbette toplu bir kanamaya da yol açarak…

Yaşanan savaşın, yıkılan ve daha fazla “kapital” için yeniden inşa edilmeye çalışılan kentlerin, sokaklarda, meydanlarda kurşunlananların, bodrumlarda yakılanların da gösterdiği üzere, bu kanama “Muş - Tatvan” taraflarında, mekansal, bedensel ve ruhsal… Ama “Muş- Tatvan” taraflarında zihinler açık, ne istediğini biliyor o taraflar: “Ortak vatanda eşit yaşam, öz yönetim!”

Cumhuriyet gazetesine yapılan operasyondan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun tutuklanmasının zemininin hazırlanmasına, yaşanan bir çok olayın gösterdiği üzere, bu toplu kanamadan, “Cumhuriyet’in bekası” adına bu sürecin mimarlarına sessiz kalanlara, adını koyalım, Kemalizme düşen ise zihinsel kanama… 

Kemalizmin zihinsel kanaması!

Açalım:

Hadi, 1938'in Dersim katliamını, “tarihte kaldı” deyip geçtik…

Selim Dindar, su sözlerle anlatır 12 Eylül’ün Diyarbakır cezaevini: 

“50 yaşlarındaydı. TKİ'de memurdu. Kendisini ve bizleri ölü zannediyordu. 'Biz ölüyüz, şu anda kabirdeyiz' diyordu. Biz, 'Amca yok öyle bir şey, gerçek hayattayız' desek de, koğuşun aslında bir mezar olduğunu öyle mantıklı savunuyordu ki, ben dahil bazılarımız ölü olduğumuza inanmaya başlamıştık. Mesela cuma günleri görüşme günümüzdü. Bize soruyordu. 'Bizi ziyarete gelenlere biz dokunabiliyor muyuz? Hayır. Bize uzaktan bakıyorlar, ağlıyorlar ve gidiyorlar. Çünkü onlar bizim kabrimizi ziyaret ediyorlar. Cizre'de biliyorsunuz kabir ziyareti cumalarıdır' diyordu. ”[ii]

Peki, Türkiye Kömür İşletmeleri’nde (TKİ) memur Kürdün cehennem sandığı 12 Eylül 1980'in Diyarbakır Cezaevi'ni de “darbe günleri idi” deyip geçtik...

1990'ların "ölü ele geçirilenlerini", "faili meçhuller"ini, asit kuyularını… "Tak diye emreden başbakanın dediğini, şak diye” yapan, yaptıkça savaşı büyüten, kan deryasına bir dalga daha ekleyen "kudretli generalleri", “bu memleket için kurşun atan da yiyen de şereflidir” diyen kifayetsiz muhteris başbakanları da geçtik.

Seçim zamanı ev verilmeyen, olmadı sokakta yumruklanan Ahmet Türk'ü unuttuk; kapatılan onlarca partiyi, tutuklanan, öldürülen onlarca parti yöneticisini, tarih dedik, unuttuk; geçmiş dedik görmedik, “münferit” dedik saymadık…

Peki ya Roboski'nin köylüsünü…

Kurşunlanmış bedeni, evlatlarının gözleri önünde ve umarsızca uğuldayan devlet kurşununun arasında, yolun ortasında bir hafta kalıveren Silopili Taybet ananın oğullarını ve kızlarını…

Lice’de, Sur’da bodrumlarda yakılan gençlerin analarını, babalarını, sıra arkadaşlarını…

Daha dün, devlet postalı altında “ne yaptı lan bu devlet size” höykürmesine maruz kalan şantiye isçisi Kürdün oğullarını ve kızlarını…

İşkence edilmiş çıplak bedeni sokak ortasında teşhir edilen Kürt kızının anasını, babasını, belki sevdiceğini… 

Silahlı, insansız ve de insafsız hava araçları ile öldürülen Hakkarili köylüyü…

Nasıl ikna edeceksiniz bu Cumhuriyet’e, “tek bayrak” ve “tek devlet”e...

Hadi, ikide bir sudan gerekçelerle ceza verilen Amed Spor’lu futbolcu Deniz Naki’yi ve her daim barış mesajı veren Amed Spor yöneticilerini de geçtik; ama bu takıma gönül veren tribünler dolusu Amedliyi örneğin... Ölü bedeni mezarında ters döndürülen Hatun ananın yakınlarını… Ve ruhlarını Hatun ananın ruhuna yoldaş edenleri...

Kim ve nasıl ikna edecek bir arada yaşamaya, kağıt üzerinde “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olarak resmedilen “Cumhuriyet”e…

Binlerce hikayeden biri, sadece biri... Bakın ne diyor Sırrı Sakık:

“Ortak vatan toprağı deyip, eşimi Ankara’ya gömüyorum. Aileme rağmen, mücadele arkadaşlarıma rağmen! Bu bir mesajdır diyorum. Ama ne yazık ki AKP’li Gölbaşı Belediye Başkanı buna engel olmaya çalıştı. Neyse defnettik, aradan birkaç gün geçti, ablamı kaybettim. Biz inançlı insanlarız. Yan yana gömülmeyi isteriz. Ablamı eşimin yanına gömmek istedik. Ama AKP’li belediye başkanı Gölbaşı’nda bize yer vermedi. AKP’den onlarca insan, bakanlar bile devreye girdi bize yer vermedi. Sonra seçimi kaybettikten sonra arayıp bir özür diledi. Daha sonra MHP belediyeyi aldı oradan. AKP’li Meclis üyeleriyle tartışırken ‘bir teröristin cenazesini getirdiniz’ dediler eşim için, Gölbaşı’na defnettiniz. Bir ara düşündüm eşimin cenazesini götürmek istedim. Fakat dedim: Sadece bu ırkçılar yok bu ülkede… Bu ülkede vicdan sahibi olan insanlar da var.”[iii]

Aynı Sırrı Sakık, simdi de Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk icin sesleniyor:

“Gömdüğümüz cenazeyi mezardan çıkarttılar. Aynı toprakta yan yana dahi gömülemiyorsak eğer bu topraklarda bir cesetten daha çok çürüyen var...”[iv]

“Yeni Türkiye” denen cehennem!

Çürüyen, hatta çürümenin çok ötesinde şeyler olduğunun daha acımasız göstergeleri ise, mezarlığa Hatun ananın cansız bedenini parçalamak üzere getirilen is makinaları ve kuşkusuz, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun linç girişiminin aktörlerinden birisi ile çektirdiği fotoğraf… Bu da yetmiyorsa, linççinin Bilal Erdoğan ve Bakan Jülide Sarıeroğlu ile fotoğrafları…[v]

“Aklı hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller tamlamasını dilinden düşürmeyen; ama söz konusu Kürtlerin demokratik kazanımları olduğunda, “kinini ve dinini unutmayan” nesillere tav olanlar…

Amasız, lakinsiz meşru bir hak olan ulusların kaderini tayin hakkını, ‘Kürtler Ortadoğu’da içinde yaşadıkları ülkelerin sınırlarını değiştirmeksizin demokratikleşmesine katkı sağlamak suretiyle kendilerini yönetmeliler’ biçiminde yorumlayan; bu anlamda ‘burada kalmak; ama eşit koşullarda yaşamak istiyoruz’ diyen Kürdün tepelenmesi uğruna, milliyetçi ve emperyalizmle dost Kürt siyasal yapıları ile, bölgeyi kana bulayan radikal İslamcılar ile yoldaş olanlara sessiz destek sunan cumhuriyetçiler… Ve siyasal stratejilerini, ayrı bir yazı konusu olabilecek bir bağlam olmakla birlikte, ulusal sorunun sınıf sorunu ile ilişkisini kurmaktan kaçınıp ille de bu cumhuriyetçilerle birlikte kurgulayan sosyalistler!

O fotoğraf(lar)a iyi bakin…

1938’in Dersim’inde, asker süngüsü ile böğrü delinen anasının memesini emmeye devam eden bebenin aynadaki yansımasıdır o fotoğraf. Aynadaki tersten görüntü, adına “Yeni Türkiye” denen cehennemin devlette kişileşmiş, kişide devletleşmiş suretidir.

“Yeni Türkiye”ye Cumhuriyetçi Yedeklenme

Korkut Boratav hoca gazeteduvar’da İrfan Aktan ile gerçekleştirdiği mülakatta su sözleri sarf ediyor:

“Sosyalistler, aydınlanmacı Kemalistler ve İslamcı tutkuya saplanmamış liberaller. Bunlar da kendi aralarında kavgalı ve bana kalırsa bu kavgada ölçüyü kaçırıyorlar. Sosyalist arkadaşlarımız sabah-akşam ‘niye yetmez ama evet dedin’ kavgası yapıyor. Tamam, yetmez ama evet diyenler özeleştiri yapsınlar ama bizim sol Kemalistler de başka türlü bir özeleştiri yapsınlar… Silahlı kuvvetlerin bugün iktidarla kesin ittifak içinde sol dahil her şeyi ezen bir politikaya angaje olduklarını söylesinler. İslamcı rejimin koltuk değneği görevini üstlendiklerini algılasınlar… Eğer hakiki cumhuriyetçiysen, aydınlanmacı cumhuriyetçiysen, Kürt hareketiyle de çözüm arayacaksın.”[vi]

Çözümü Kürdi siyasetin seküler ve yüzünü ısrarla sola dönen kesimleri ile aramaktansa, adına “Yeni Türkiye” denen sürece Kürt düşmanlığı zemininde yedeklenen cumhuriyetçilere Walter Benjamin’in “…düşman galip geldiğinde, ölüler bile kendilerini bu düşmandan kurtaramayacaktır. Ve bu düşman daha zafer kazanmayı sürdürmektedir”[vii] sözleri ile seslenirken hatırlatmak da gerekiyor:

Projesine eklemlenmeye çalıştıklarınızın “Yeni Türkiye”sinde size de yer yok. 

Notlar:


[i] Sabah, 15 Eylül 2017, “Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan Atv-A Haber- A News ortak yayınında flaş açıklamalar”,



[ii] Radikal, 23 Haziran 2006, “Üç yılını 'cehennem'de geçirdi”,



[iii] Gazete Duvar, 13 Eylül 2017, “Sırrı Sakık: Korkunç! Şu anda cümle kuramıyorum”,



[iv] Gazete Duvar, 13 Eylül 2017, “Sırrı Sakık: Korkunç! Şu anda cümle kuramıyorum”,



[v] Cumhuriyet, 16 Eylül 2017, “Cenaze saldırganının Bilal Erdoğan ve Bakan Sarıeroğlu ile de fotoğrafı ortaya çıktı”, http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/825289/Cenaze_saldirganinin_Bilal_Erdogan_ve_Bakan_Sarieroglu_ile_de_fotografi_ortaya_cikti.html.


[vi] Irfan Aktan, 15 Eylül 2017, Gazete Duvar, “Korkut Boratav: Hakiki cumhuriyetçiysen, Kürt hareketiyle çözüm ararsın”.



[vii] Walter Benjamin, Pasajlar, Ahmet Cemal (Çev.), 5.Baskı, İstanbul: YKY, 2004, s. 40–41.

Hiç yorum yok: