18 Nisan 2010 Pazar

AKP-IMF: Ayrılsak da beraberiz (Ekmek ve Özgürlük, Sayı 8, Nisan 2010)

Tolga Tören

Hükümet ile IMF arasında bir süredir devam eden görüşmeler, geçtiğimiz ay IMF heyetinin anlaşma imzalamadan masadan kalkması ile sona erdi. Hükümet, IMF ile anlaşma imzalanmamasını, Türkiye’yi bağımsızlığa kavuşturan muzaffer komutan edası ile kamuoyuna duyurdu: “Artık IMF’ye ihtiyacımız yok”.

Ekonomi eşrafı: “Eyvah!”

Medyada kalem oynatan ekonomi eşrafı ise, anlaşma imzalanmamasını, biraz da panikle yutkunarak ve genelde pek de hayırlı olmadı yollu imalarla açıkladı. Kimine göre hükümet, seçim arifesinde IMF tarafından önerilecek ve seçim harcamalarının önünde engel olacak politikalarla karşı karşıya kalmak istemiyordu, kimine göre, IMF tarafından önerilen ve hükümetin kamu gelirleri üzerindeki kontrolünü kısıtlayacak Gelir İdaresi’nin özerkleştirilmesine sıcak bakmıyordu. Konuya teknik boyuttan bakıldığında, bu tür yorumların doğru olduğunu söylemek mümkün. Evet, hükümet seçim harcamalarını kısmak istemiyor olabilir; evet, hükümet, çeperindeki sermaye gruplarına kaynak aktarmada önemli bir mekanizma olan Gelir İdaresi’nin özerkleşmesini istemiyor olabilir... Ancak, bu tür açıklamaların, konuya bütünsel bir bakış sunmadığını, dolayısıyla ancak kısmi doğruları içerdiğinin altını çizmek gerekiyor. Konunun açıklanmasında, sadece teknik boyut ile sınırlı kalmanın, sadece görünenlere/olgulara değinmenin, o olguları açığa çıkaran dinamiklerin anlaşılması önünde engel oluşturacağının da. Bu son ifadenin daha iyi anlaşılması için öncelikle konuyla ilgili, sermaye sınıfının farklı kesimlerinin verdiği tepkilerin, sonra da bu tepkilerin nedenlerinin anlaşılması gerekiyor.

İslamcı sermaye: IMF ile anlaşma gerekli değil

Örneğin, Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Başkanı Ömer Vardan, Ocak ayı başında, IMF ile anlaşmanın, sıcak para akışına ve TL’nin değerlenmesine yol açarak ihracatı olumsuz etkileyeceğini belirtti.[1] Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) başkanı Mehmet Büyükekşi de benzer bir noktaya vurgu yaparak, IMF ile anlaşma imzalamaması dolayısıyla hükümete teşekkür etti. Büyükekşi’ye göre, IMF ile imzalanacak bir anlaşma, kısa vadeli sıcak parayı tetikleyecekti. Oysa Türkiye’nin ihtiyacı kısa vadeli ve kâr transferi peşindeki sıcak para değil, sanayi üretimini ve ihracatını artıracak yabancı sermayeye idi.[2] Gülen cemaatine yakın sermayedarların örgütü olan Türkiye İşadamları ve Sanayicileri Konfederasyonu (TUSKON) ise, IMF ile anlaşmaya MÜSİAD ve TİM kadar net karşı çıkmasa da, anlaşmanın imzalanması durumunda gelecek kaynağın, faizleri düşürmek amacıyla kullanılmasını, yani reel sektöre aktarılmasını talep etti.[3]

TÜSİAD: Anlaşma iyi olacaktı

TÜSİAD ise, 2008 yılından bu yana, IMF ile imzalanacak bir anlaşmanın krizin daha az zararla atlatılmasında önemli rol oynayacağını belirtiyordu.[4] Mustafa Koç da, geçtiğimiz Aralık ayında gerçekleştirilen TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu toplantısında, IMF ile anlaşmanın öneminin göz ardı edilmesini ve bu yolla gelecek 30-40 milyar doların elin tersiyle itilmesini anlayamadığını belirtmişti.[5]

Türkiye sermayesinden farklı sesler

Yukarıdaki açıklamalar da gösteriyor ki, Türkiye sermayesi IMF ile imzalanacak bir anlaşma konusunda ortak bir görüşe sahip değil. Peki, bu durumun nedenleri neler? Türkiye sermayesinin TÜSİAD’da örgütlü ana akımı, son yıllarda katma değeri yüksek mallar üretiminde yoğunlaşmış durumda. Marksist kavramlarla ifade edecek olursak, mutlak artı değer üretiminden göreli (nispi) artı değer üretimine geçmiş durumda. Sermayenin bu kesimi açısından bakıldığında, sıcak para girişi ve buna bağlı olarak TL’de meydana gelen değerlenme, yatırım malı ithalatını ucuzlatması dolayısıyla büyük önem taşıyor. 1998–2007 yılları arasında en yüksek büyümeyi gerçekleştiren sektörlerden birisinin yüzde 16,6 ile taşıt araçları sektörü olması ve 2005 yılından itibaren özel sektörün sabit sermaye yatırımlarının, büyük ölçüde TL’nin değerlenmesine bağlı olarak gerçekleşen yatırım malı ithalatından kaynaklanması, yukarıda bahsedilen her iki durumu da açıklar nitelikte. IMF ile imzalanacak bir anlaşmadan dolayı gelecek kaynağın daha çok bu kesimler tarafından kullanılacak olması da cabası. MÜSİAD, TÜSKON, TİM gibi örgütler içinde örgütlenmiş sermaye kesimleri için ise durum farklı. Bu kesimler için, düşük değerli bir TL, dış pazarlarda ihracat avantajı kazanabilmek için büyük önem taşıyor. Bu durum, MÜSİAD ya da TİM başkanlarının IMF ile anlaşılmasına karşı çıkmasını da TL’nin değerlenmesinden neden çekindiklerini de açıklıyor.

Emek düşmanı Orta Vadeli Program (OVP)

Ancak AKP hükümeti, sermaye sınıfının tüm kesimlerine ortak bir zemin de sunması gerektiğinin farkında. Hükümetin, ihtiyacımız kalmadı dediği ve en azından şimdilik anlaşma imzalamadığı IMF’nin de onayını alarak, 2010-2012 yılları için hazırladığı Orta Vadeli Program (OVP), içerdiği birçok emek düşmanı politika ile tam da böylesi bir zemini ifade ediyor:

· Sağlık hizmetlerinin paralı hale getirilmesi,

· Özelleştirilmelere devam edilmesi,

· Çalışanlara gerçekleşen değil beklenen enflasyona göre ücret zammı yapılması,

· Esnek, yani güvencesiz, sosyal ve sendikal haklardan yoksun çalışmanın yaygınlaştırılması[6] OVP’nin göze çarpan emek düşmanı ögelerinden bazıları.

Dolayısıyla, IMF ile anlaşma imzalanmamış olması emekçiler açısından herhangi bir anlam ifade etmiyor. Ancak IMF ile anlaşma imzalanmadan da emek düşmanı politikalar izlenebileceğini, dolayısıyla sosyalistlerin ve emek hareketinin, anti-kapitalist bir hatta sahip olmadan sadece IMF karşıtlığıyla yetinmesinin yetersizliğini ortaya koyuyor.



[1] http://tinyurl.com/yec5w4n

[2] http://tinyurl.com/ydrt5qm

[3] http://tinyurl.com/yd2mjoa

[4] http://tinyurl.com/yb28jd5

[5] http://tinyurl.com/ydu6pc4

[6] http://tinyurl.com/yhbrgmt

Hiç yorum yok: