9 Kasım 2018 Cuma

21. yüzyılda emek ve direniş üzerine notlar – I: ‘Kapitalizmin altın çağında’ uluslararası emek hareketi, Avrupa Forum, 09.11.2018

Tolga Tören


Aralarında emek ve kalkınma alanındaki çalışmaları ile bilinen Beverly Silver’ın da bulunduğu Dünya Emek Gurubu tarafından hazırlanan ve 1870 ile 1996 yılları arasındaki zaman diliminde Time dergisine ve New York Times gazetesine konu olan işçi direnişlerini kapsayan veri tabanı iki şey söylüyor.

Birincisi: Savaşlardan hemen önce işçi direnişlerinde önemli bir artış yaşanıyor. Savaş dönemlerindeki bu yükseliş, savaş vesilesiyle yaratılan militarist ve milliyetçi siyasal atmosferin de etkisiyle, yerini gerilemeye bırakırken savaş sonrası dönemlerde yeniden yükselişe geçiyor.



Örneğin, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde, Avrupa ve ABD’de işçi sınıfı direnişleri önemli boyutlara ulaşırken, savaşın patlak vermesiyle bir gerileme söz konusu oluyor. Savaşın sona ermesiyle birlikte ise yeniden önemli bir yükseliş söz konusu.





Ekleyelim: Bu yükselişin önemli öznelerinden birisi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında sınıf sendikacılığının uluslararası temsilcisi konumunda olan, Avrupa ülkelerinde hem kamulaştırma için hem de ABD’nin savaş sonrası hegemonyasına karşı sesini yükselten Dünya Sendikalar Federasyonu (WFTU) ve bağlı sendikalar.

WFTU’ya bağlı sendikaların savaş sonrası mücadelesinin, özellikle İtalya ve Fransa’da, ABD hegemonyasına ve onun batı Avrupa’daki en önemli aracı olan Marshall Planı’na karşı silahlı direnişlere kadar vardığını da anımsatalım.

Uzlaşmacı sendikacılığın inşası

Avrupa’nın Marshall Planı fonlarıyla gerçekleştirilen savaş sonrası imarının önemli ayaklarından birisi de, sınıf sendikacılığının yerine “işyeri sendikacılığı”nı koyan bir sendikal hareketin yaratılması. Bir başka ifadeyle İkinci Dünya Savaşı sonrasının özgün koşulları altında Avrupa emek hareketi,

  • Makro düzlemde Keynesyen politikalara,
  • Üretim birimi, fabrika bazında, ABD’li tarihçi Charles Maier’in tanımıyla “üretkenlik siyaseti”ne, yani artı değer yaratımının hızlanarak artmasına,
  • Örgütsel anlamda ise, ‘korporatizm’ ya da ‘bir arada varoluş’ kelimeleri ile meşruiyet gömleği giydirilen ‘sınıf uzlaşmacılığına’ dayalı olarak yeniden yapılandırılır.

1949 yılında, Marshall Planı kapsamında aktarılan fonlarla anti-komünist bir zeminde kurulan Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nda (ICFTU) somutlanan bu uzlaşmacı – resmi sendikacılık anlayışı, soğuk savaş döneminden bugüne batı Avrupa emek hareketinin ana akımı haline gelir.

Sürecin ilk adımı, batı Avrupa ülkelerinde sendikal hareketten “radikal unsurları”, yani sınıf sendikacılığını, “devletin ideolojik aygıtları” ya da “devletin baskı aygıtları” aracılığıyla tasfiye etmektir.

İkinci adım ise, batı Avrupa sendikalarının önemli bir kısmını WFTU’dan ayrılarak ICFTU’ya üye olmaya zorlamaktır.

  • ICFTU üyesi sendikaların uzmanlarının ya da liderlerinin ABD’de çeşitli kurumlarda katıldığı eğitimler,
  • ABD’den Avrupa sendikalarına gönderilen ‘teknik yardım’ ve ‘uzman’ destekleri,
  • ICFTU’ya aktarılan Marshall Planı fonları,
  • ICFTU’ya üye sendikalar bünyesinde kurulan ‘üretkenlik takımları’,
  • ABD’de, Avrupalı sendikacıların katılımıyla sürdürülen sendikacı eğitim programları ve benzeri unsurlar da yukarıda aktarılan sürecin tamamlayıcılarıdır.

ABD sermayesinin sendikal kolu gibi çalışan Amerika Emek Federasyonu – Endüstri Örgütleri Kongresi de (AFL-CIO) bu sürecin örgütlenmesinde, yani batı Avrupa ülkelerinde sınıf sendikacılığının tasfiye edilmesinde önemli bir rol oynar; CIA, ABD merkezli çeşitli çok uluslu şirketler, dış yardım kuruluşları ya da çeşitli düşünce kuruluşları(!) ile işbirliği halinde.

Ve “sendikal emperyalizm”!

Yukarıda aktarılan mekanizmalar, AFL-CIO ya da ICFTU tarafından oluşturulan bölgesel emek kurumları aracılığıyla 1950’lerin ortalarından itibaren Latin Amerika ülkelerinde, 1960’ların ortalarından itibaren ise Afrika ülkelerinde yaygınlaştırılır.

Örneğin, ICFTU 1960’ta Latin Amerika’da Amerikalar Arası Bölgesel Emek Örgütü’nü (ORIT) kurar. 1962’de ise, gene aynı bölgede AFL-CIO tarafından Amerika Hür Emek Gelişimi Enstitüsü (AIFLD) kurulur.

Afrika kıtasına gelince: 1960’ta ICFTU’nun girişimiyle Afrika Bölgesel Örgütü, 1964’te ise AFL – CIO aracılığıyla Afrika – Amerika Emek Merkezi (AALC) kurulur. Latin Amerika ve Afrika kıtasında kurulan bu yapılanmalar, Avrupa’da yaşanan sürecin bir benzerinin, Türkiye ve Türk-İş örneği de dahil, bu coğrafyalarda da yaşanmasında önemli rol oynar.

Elbette, soğuk savaş ‘entelektüellerinin’, gizli servislerin ve bölgede yatırımları artan uluslararası firmaların da desteğiyle.

Bu nedenle tüm bu ilişkiler bütünü “sendikal emperyalizm” olarak adlandırılır kimi araştırmacılar tarafından.

(Devam edecek)


Hiç yorum yok: