7 Nisan 2023 Cuma

Molozların altında…

     Foto: Evrensel 

Tolga Tören 

“ (….) ‘O evin inşaatında bir işçi öldü.’ 
Esra’nın eli şaşkınlıkla ağzına gitti. 
‘Hem de ne ölmek… Hazır betonu mikserden alıp akıtan bir pompa oluyor, kocaman bir vinç düşün kamyonun arkasına sabit, işte o vinç kırılıp hortumu tutan çocuğun üzerine düşüyor. Başına vurmuş, yirmi bir yaşında delikanlı taze betona serilmiş öyle, daha o an ölmüş kalmış. Müteahhide haber veriyorlar, herifin yüz tane inşaatı var böyle etrafta. Hem çalıştırdığı şefin, hem kendi başı yanacak diye kapattırıyor.’ 
‘Nasıl yani, nasıl kapatıyor?’ 
‘Issız sokak, inşaat gürültüsüdür diye kimsenin dikkatini çekmemiş dışarıdan. Tövbe tövbe… Çocuğu büyük beton kalıplarının tekine atıyorlar sonra da. Ben normalde içine bile giremiyorum o apartmanın. Çalışan herkese üç günlük fazla yevmiye dağıtıp, gözlerini de korkutup yolluyorlar işte sonra, yeni işçilerle devam ediyorlar. Yani daha nasıl diyeyim sana, çocuğun ölüsünün üzerine taze beton döküp devam etmişler. Köyünde ailenin mezar diye kazdığı bir yer var, mezarlığın dışında, içi bildiğin boş.’ (…)” (1) 

Yukarıdaki satırlar Pınar Öğünç’ün Ölmezotu kitabında yer alan “Çimento” başlıklı öyküden. 

Bir kaç kuşak öncesinde ahşap bir yalı olan, bazı mirasçılarının direnmesine rağmen önce üç, sonra da altı katlı bir apartmana dönüşen bir binada geçen. 

İçinde farklı kuşaklardan mirasçıların yaşadığı bu aile apartmanının tek kiracısı olan Esra ile Esra'nın yaşadığı dairenin tıkanmış lavabosunu tamir eden Abdullah usta arasında geçer diyalog. 

Evet, doğru, biraz sert ve sarsıcı. 

Olgusal anlamda gerçek bir hikaye mi, onu bilmiyoruz elbet. 

Ama hikayenin bir gerçekliğe yaslandığı kesin. 

*** 
Bir araştırmaya yardımcı olmak için bulunduğum Tuzla tersaneler bölgesinde, bir iş kazasında hayatını kaybeden bir işçinin cesedinin, bir kaç ay sonra başka bir iş kazasında hayatını kaybeden başka bir işçinin cesedine ulaşılmaya çalışılırken bulunduğunu dinlemiştim, yıllar önce. 

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının erken zamanlarıydı. 

O’nun, kalkınmamıza katkılarından dolayı, gemi ihraç edenler de dahil, Türkiye’nin ihracat ailesine teşekkür ettiği zamanlar. 

Büyük bir tersane patronunun ise, Allah’ın her günü iş kazalarında öldükleri için eyleme geçmiş tersane işçilerini “biz pamuk üretmiyoruz burada” sözleriyle terslediği zamanlar. 

*** 
Gerçeklik demiştik. 

İsçi Sağlığı ve İşgüvenliği Meclisi’nin (İSİG) hazırladığı İş Cinayetleri Raporu’na göre 2022 yılında en az 1843 işçi hayatını kaybetmiş. 

Hergün “en az” 5 işçinin hayatını kazanmak için çalışırken hayatından olduğu anlamına geliyor bu. “En az” deniyor, çünkü bunlar sadece binbir emekle kaydı tutulabilenler. 

Kaydı tutulmayanlar ya da, örneğin göçmen olduğu için, kaydı hiç olmayanlar da var elbet. 

Suriye’de, Afganistan’da, Afrika ülkelerinde yaratılmış türlü cehennemden can havliyle kaçıp da bir başka cehenneme varanlar, örneğin. 

Raporda, iş cinayetlerinin 953 işçi ölümü ile üç işkolunda yoğunlaştığı belirtiliyor. 

Güvencesiz, uzun ve yoğun, sigortasız çalışmanın, her türlü kuralsızlığın hakim olduğu, sendikal örgütlenmenin ise neredeyse olmadığı inşaat, tarım ve taşımacılık sektörleri bunlar. 

Rapora göre, inşaatlardaki ölümlerin yarıdan fazlası dış cephe iskelesi, çatı, asansör boşluğu gibi yerlerden düşmekten kaynaklanıyor. 

Diğer nedenler ise, ezilme, göçük ya da elektrik çarpması. 

*** 
Öğünç’ün hikayesi, bütün sadeliğine rağmen, Türkiye kapitalizminin gelişiminin bir yönünü de yansıtır nitelikte. 

Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD öncülüğünde oluşan yeni uluslararası ekonomik düzene eklemlenme çabasıyla içine girdiği yönelimin mantıki sonuçlarından biridir anlatılan çünkü. 

Tarımda makineleşme yoluyla kırdaki ucuz işgücünün şehirlere göç etmesine ve böylece şehirlerde oluşmaya başlayan emek yoğun sanayi için ucuz işgücü yaratılmasına dayalı “kalkınma” stratejisi… 

Nitekim 1940’ların sonu ve 1950’lerin başında, bu makineleri üreten ABD ya da Avrupa firmalarına da talep yaratacak şekilde, tarım araç gereçleri için  aktarılan Marshall Planı kaynakları, 1950’lerin ortalarından itibaren inşaat malzemeleri üretimi de dahil, emek yoğun kentsel sanayiye yönlendirilir (2). 

Kırdan kente göç eden o ucuz işgücüne ihtiyaç duyan sanayiye yani. 

Gecekondular döneminin de başlangıcıdır bu. Bir adım sonrasının da koşullarını hazırlayan. 

Siyasal İslamcılıktan gelen Turgut Özal ve laiklik bekçisi! Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile sembolize olan bir sonraki dönem, 1980’ler ve 1990’lar ise, dışa açılma, serbestleşme ve benzeri nidalarla birlikte, “apartman” olgusunun neredeyse tek gerçeklik olduğu bir zaman dilimidir kent merkezlerinde. 

Ucuz işgücüne ve ihracata dayanan tekstil ve turizm sektörleri ile birlikte. 

*** 
İnşaat sektörü Türkiye kapitalizminin bir başka kırılma noktasını oluşturan 2000’li yıllarda da belirleyici olmaya devam etti. 

Malum, 2001 krizinin ardından Türkiye kapitalizmi AKP iktidarı aracılığıyla kapsamlı bir yeniden yapılanmaya şahit oldu. 

Ama, hayır, bu sürecin meşrulaştırılmasını, sadece AKP’nin hanesine yazamayız. 

Aralarındaki, bazen çatışmaya da dönen, çelişkilere rağmen sermaye sınıfının bütün fraksiyonları, liberal entelijansiya, hatta kendisini solda tanımlayan kimi entelektüeller dahi desteklediler AKP’yi, anımsayalım. 

Kimileri, devlet fideliğinde yetişmemiş Anadolu sermayesinin, kimileri ise elit “merkez”e karşı halkı temsil eden “çevre”nin temsilcisi olarak. 

Daha ileri giderek AKP liderini Türkiye’yi demokratikleştirecek bir “şövalye” olarak kutsayanlar dahi oldu, Taraf gazetesi civarlarında. 

Ve bugünlere vardık. 

*** 
Ezgi Doğru (3), Toplu Konut İdaresi (TOKİ) üzerinden AKP’li yılları analiz ettiği kapsamlı çalışmasında şu satırları dile getirir : 

“Sansasyonel, çürümüş ilişki ağları içinde, kelimenin tam karşılığıyla kent politikasına ait her taşın altından çıkan, tahammül edilmesi zor bir hikayeyi bütünlüklü bir anlatının parçası olarak görmeden, sanırım TOKİ’nin anlatacağı asıl ‘yeni’nin ne olduğunu anlamak pek mümkün değil (Doğru, 2015: 208)”. 

Aynı çalışmada yazar, TOKİ’nin 2000’li yıllarda, borçlandırma mekanizmalarını da kullanmak suretiyle, Türkiye’nin alt sınıflara konut üreten en büyük müteahhidi haline geldiğini belirtir. 

Kamu İhale Kanunu’nda 2003 yılında yapılan değişiklik ise yazarın dikkat çektiği bir başka noktadır. 

İlgili yasa ile, TOKİ’nin gerçekleştireceği toplu konut projeleri, imar projesi geliştirmeden ihaleye çıkamamak, çevresel etki raporu almak gibi birçok denetim ve kısıtlamadan muaf tutulur. 

2011 yılında ise, bu tür muafiyetler toplu konut projeleri dışındaki projelere doğru genişletilir. 

Tüm bunlara, Murat Yetkin’in belirttiği bir olguyu, 2001 yılında Yapı Denetim Kanunu’nda yapılan bir değişiklikle, yapı denetiminin, inşaat firmaları tarafından kurulanlar dahil, özel denetim kuruluşlarına devredilmesini de eklemek gerekiyor. 

Yapı denetim sürecinin özelleştirilmesini yani. 

*** 
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın deprem bölgesinde 38 günde 43 bin inşaata başladığını, hedefin ise 650 bin konut olduğunu duyurmasının da gösterdiği üzere, rejim, sadece vurduğu kentleri değil, kendi meşruiyetini de yerle yeksan eden depremden bir 'yeniden inşa' hikayesi yaratma peşinde.

Deprem bölgesinde olabildiğince hızlı, kamusal denetimden, bilimsel incelemeden ve çevresel duyarlılıktan yoksun bir şekilde başlanan inşaatlar… 

Şeffaflıktan yoksun ihaleler... 

Depremden arta kalan enkazın ve molozların halk sağlığını tehdit ederek oraya buraya dökülmesi… 


Ve dahası, rejim tarafından dile getirilen ‘devlet hemen imdada yetişti’ iddialarını yüzümüze çarparcasına, hala molozların arasından çıkmaya devam eden “ölü canlar”. 

Birgün gazetesinin 28 Mart 2023 tarihli haberine göre enkaz kaldırma çalışmaları devam ederken moloz yığınları arasından hâlâ ölü bedenler çıkmaya devam ediyor örneğin. 

Rejim önümüzdeki ilk fırsatta, ki 14 Mayıs 2023 seçimleri, durdurulmazsa, 1990’larda neredeyse her hükümet değişiminde işbaşına yeni gelenin başvurduğu “enkaz devraldık” metaforundaki “enkaz” ifadesi masum kalıyor olacak. 

Kendisi bir deprem halini alan rejimin zehir dolu enkazının ve molozlarının altında kalan “ölü canlar”, bu coğrafyanın tüm ezilenleri olacak. 

Walter Benjamin’in Pasajlar’da (4) zihnimize kazıdığı üzere: “Düşman galip geldiğinde, ölüler bile kendilerini bu düşmandan kurtaramayacak...” 


Kaynaklar: 

(1) Pınar Öğünç (2020) Ölmez Otu, İletişim: İstanbul 

(2) Tolga Tören (2007) Yeniden Yapılanan Dünya Ekonomisinde Marshall Planı ve Türkiye, İstanbul: SAV. 

(3) Ezgi Doğru (2015) “Devletin Konut Meselesine Müdahalesini Kavramsallaştırmak: Bu Gürültüler Neden TOKİ?”, “Yeni” Türkiye: Kapitalizm Devlet Sınıflar içinde, Sosyal Araştırmalar Vakfı: İstanbul, s. 246 - 280. 

(4) Walter Benjamin, Pasajlar, Ahmet Cemal (Çev.), 5.Baskı, İstanbul: YKY, 2004, s. 40–41.
































Hiç yorum yok: