13 Ağustos 2023 Pazar

Afrika’da hegemonya savaşları, afrikadefterleri.blogspot.com

   Foto: MR Online
Tolga Tören 

Kolonyalizm ve emperyalizm kavramları kullanıldığında akla ilk gelen coğrafyalardan birisinin, bir bütün olarak Afrika kıtası olduğunu söylemek hiç abartılı olmaz.

Karl Marks’ın ünlü kitabı Kapital’de, “kapitalizmin pembe renkli şafak ışıkları”nın göründüğü zaman olanrak tanımladığı 15. yüzyılda başlar kıtanın sömürgeleştirilme süreci.

Marks'ın insanlığın bütün utanç kırıntılarını yitirdiğini söylediği, "coğrafi keşifler" olarak adlandırılan, sömürgecilik dönemidir bu. 

Tüccar kapitalizminden sanayi kapitalizmine geçişi ifade eden 18. yüzyıl sonrasında ise, “üzerinde güneş batmayan imparatorluk”, yani İngiltere devralır egemenliği büyük ölçüde. 

İngiltere’nin kapitalist sistem üzerindeki egemenliğinin sona erdiği İkinci Dünya Savaşı'nın ardından, ama özellikle de 1960’larda, ABD kıtada egemen olma çabalarına girişir.

Tabii, ABD için İkinci Dünya Savaşı sonrasında biraz zaman gerekmektedir. 

Velhasıl, kapitalizme alternatif bir rejim olarak Sovyetler Birliği, egemenliğini tehdit etmektedir.

Dahası bu "tehdit", Avrupa'da son derece etkilidir. Nitekim savaş sonasında Avrupa ikiye bölünmüş ve bir tarafında, doğusunda, komünist rejimler kurulmuştur.

1929 krizinin kapitalizmin meşruiyetini zaten sarmış olmasına, savaş sonrasındaki yoksulluk eklenmiştir. 

Tüm bunlar ise, solun ve başta işçi hareketi olmak üzere toplumsal muhalefetin yükselmesi anlamına gelmektedir.

Bunlar da ABD’nin Avrupada'ki egemenliğini zora sokmaktadır.

Dolayısıyla, öncelikle Truman Doktrini ve Marshall Planı gibi mekanizmalarla Avrupa kapitalizminin rayına sokulması, “komünizm tehdidi”nden arındırılması gerekmektedir.

Öyle de olur. Avrupa kapitalizmi, anti komünizm temelinde yeniden inşa edilir.

Sıra, sonrasında, sömürgecilik karşıtı muhalefetin ve solun güçlü olduğu Latin Amerika kıtasına gelir.

Sol sendikaları baskı altına alacak hükümetlere, darbelere, sermaye örgütleri ile birlikte çalışan sendikalara aktarılan kaynaklar, ABD’nin 1950’lerde uyguladığı Latin Amerika politikalarının en bilinen örnekleridir.

ABD açısınıdan sıranın Afrika kıtasına gelmesi ise 1960’li yılların ortasını bulur.

Nitekim kıta bir çok açıdan zengindir, ancak Latin Amerika ülkelerinde görülen "sorunlar" orada da söz konusudur:

Kolonyalizm karşıtı hareketler, sol sendikalar, komünist partiler…

1960’lı yılların ortasından itibaren Latin Amerika ülkelerinde uygulanan politikaların benzerleri Afrika kıtasında da hayata geçirilir ABD tarafından.

Öte yandan her iki kıtada da, kolonyalizm karşıtı muhalefeti ve sol muhalafeti yerel hükümetlerle işbirliği halinde bastırma politikaları, bu bölgelere yapılan ABD yatırımları ile el ele gider.

Yukarıda anlatılanlar üzerine oldukça büyük bir literatür var ve bu literatürün tüm öğelerini buraya aktarmak mümkün değil elbet. 

Ancak, son on yıllarda tersinden bir başka literatürün oluştuğunu söylemek mümkün.

Yeni jeopolitik dengeler üzerinden şekillenen bu literatür, ABD’nin Afrika kıtrası üzerindeki egemenliğini sorguluyor.

Böyle olmasının önemli nedenlerinden birisi, son on yıllarda Çin’in Afrika kıtasında elde ettiği konum. 

Çin, kıtadan çok sayıda ülke ile "kalkınma işbirliği" anlaşması imzalıyor, aktardığı fonlarla, yaptığı yatırımlarla Afrika kıtasındaki etkisini arttırıyor.

Çin’in tüm bu süreçlerde kullandığı söylem ise, başta ABD olmak üzere, Afrika kıtasına kaynak aktaran batı ülkelerinin söylemlerinden oldukça farklı.

Örneğin ABD başta olmak üzere, Batı ülkeleri kıtaya ya da diğer bölgelere kaynak aktardıklarında, bu kaynakların nasıl kullanılması gerektiğini şarta bağlıyorlar.

Bu, kredi, "hibe" ya da çeşitli şekillerde formüle edilen ve "kalkınma yardımı" olarak tanımlanan bu fonların kullanım alanlarına, alan ülkeleri kendilerinin karar veremediği anlamına geliyor. 

Dahası sadece bu kaynaklar değil, alıcı ülkenin sahip olduğu kaynaklar da bu türden bir borçluluk ilişkisi nedeniyle, kredi ya da “kalkınma yardımı” aktaran ülke ya da kurumlar tarafından denetleniyor.

Çin ise, en azından söylem düzeyinde bu durumu değiştirme iddiasında.

Yatırım yaptığı ya da diğer yollarla kaynak aktardığı ülkere, aktarılan kaynakların kullanımında özgürlük sağlama iddiasında. 

Bu, son on yıllarda kalkınma alanının önemli terimlerinden birisi olan “kalkınma işbirliği” kavramını, kuvveden fiile geçirme iddiası anlamına geliyor.

Yani, “kalkınma işbirliği” ve benzeri kavramları doğrudan ya da dolaylı bir müdahale aracı olarak operasyonel kılan batıya alternatif olarak Çin, gerçekten işbirliği yapma iddiasında.

Öte yandan, Çin’in Afrika kıtasında son on yıllarda elde ettiği güçlü etki nedeniyle her ne kadar batı akademisinde, “Çin emperyalizmi” kavramı bir hayli dolaşımda ise de, Çin’in kıta ile kurduğu ilişkinin emperyalizm olarak tanımlanmasına dönük yeterli veri olduğunu söylemek zor.

Elbette gene de soğukkanlılıkla izlemek gerekiyor. 

Ancak şurası kesin ki, artık “duvar”ın çökmesinin ardından oluşan tek kutuplu dünyada yaşamıyoruz.

***

Bu yazı ilk olarak afrikadefterleri.blogspot.com adresinde yayımlanmıştır. 

Hiç yorum yok: