30 Eylül 2009 Çarşamba

Başka Bir Cumhuriyet İçin Notlar - III (www.bianet.org)

Bu yazı dizisinin bir önceki bölümünde, Türkiye'de 'yeni bir toplumsal ilişkiler bütününün olanaklarına dair cevaplar üretmeye çalışan bir düşünsel çabanın, "Fransız Devrimi'ndesonradan giyotinde can verenlerin haykırdığı haliyle bir 'Sosyal Cumhuriyet'te somutlanmaması için hiçbir neden bulunmuyor" demiştik.

Bu son yazı da, umutsuzca, kim somutlayacak ve nasıl olacak diye soranlar için de küçük bir not olsun: Evet, kısa vadede büyük değişiklikler, alt üst oluşlar olmayacak belki. Ama şunları da görmezden gelmemek gerekiyor: Son krizin patlak vermesinden bu yana, kapitalist sistem uluslararası ölçekte yeniden yapılandırılmaya çalışılıyor. Baştacı edilen neo-liberal söylem sorgulanıyor.

Kapitalist sermaye birikiminin en önemli garantörü olmakla birlikte, sosyal politikalar/sosyal haklar söz konusu olduğunda, sermayenin yayılma dinamikleri lehine ve sermayenin hayatın her alanını kar nesnesi haline çevirme ihtiyacını gidermek üzere, özelleştirrmeler/piyasalaştırmalar aracılığıyla küçültülen devletler, sermayenin yeni kurtarıcısı olarak sahnedeki yerini alıyor.

ABD, Afrika'dan Ortadoğu'ya aşınan imajını tazelemenin yollarını ararken, Güney Amerika'nın rengi, çelişkilerine rağmen, yavaş yavaş kızıla bürünüyor. İran'da kitleler, sosyal hak talepleri ile birlikte sokaklara dökülüyor. ABD'de işçi sınıfı sosyal güvenlik talebini yükseltiyor. Japonya'da 55 yıl sonra, neo-liberal politikalardan bezmiş halk, seçimlerde liberalleri alaşağı edip, ellibeş yıl sonra ilk defa liberallerin dışında başka bir partiyi, sosyal demokratları, iktidara getiriyor.

Uluslararası ölçekte güç ilişkileri değişiyor. Örneğin, kapitalist sermaye birikim süreci daha da derinleşen Çin, Hindistan gibi ülkeler, IMF, WTO gibi kuruluşlarda daha güçlü bir pozisyona sahip olmanın yolunu arıyor. Avrupa Birliği içerisinde farklı ülkelerin sermayeleri arasındaki çelişkiler, Birlik'in politikalarının netleşememesine, Birlik'i oluşturan ülkeler arasındaki çatışmaların artmasına hizmet ediyor.

Peki ya Türkiye...

Türkiye'nin bir çok yerinde düzenlenen sempozyumlarda, panellerde ya da benzeri gönüllü etkinliklerde, yayınlanan bir çok akademik/politik yayın organında, oluşturulan çeşitli platformlarda birçok Marksist, sosyalist, toplanıyor, tartışıyor, üretiyor, düşünüyor, yazıyor, çiziyor...

Bir diğer ifadeyle, kendilerine liberal ve tersinden bir 'Kadro Hareketi' misyonu biçerek AKP iktidarına 'taraf' olan, demokratik niteliklere sahip olmak bir yana, tarihsel ve yapısal nedenlerle böyle bir potansiyel dahi taşımayan iktidara ideoloji üretmeye çalışan liberal/sol liberallerin entelektüel alandaki haketmedikleri poziyona karşın, zengin bir Marksist entelektüel atmosfer kendini hissettiriyor.

İşçi sınıfı saflarında, kapitalist üretim ilişkilerinin daha esnek, daha güvencesiz ve daha acımasız biçimde yeniden yapılanmasına karşın, şimdilik nüveler halinde olsa da, yeni örgütlenme araçları yaratmanın peşinde koşanların sayısı günden güne artıyor. Sosyalist solda saflar iyiden iyiye netleşiyor. Birbirine benzeyenler, aynı örgütsel yapı içerisinde olmasa da, çeşitli platformlarda bir arada işler yapıyor, eylemler organize ediyor.

Sınıf perspektifini bir yana atıp, meseleyi merkez / çevre analizlerinden hareketle, kerameti kendinden menkul bir otoriterlik/devlet eleştirisine indirgeyen 'sol', anti kapitalist olmadan anti-emperyalist yönelime giren, böylece bir nevi nasyonal sosyalizme bulanan 'sol' ve sınıf perspektifini, devrimci duruşunu hala koruyabilen sol birbirinden ayrışıyor. Kısacası, ağır ağır da olsa, sosyalist hareket yeniden karılıyor.

Kapitalist sistemin uluslararası ölçekte yaşadığı dönüşümün izdüşümlerini elbette Türkiye'de de görmek mümkün. Bir diğer ifadeyle, sistem Türkiye'de de önemli bir dönüşüm geçiriyor. Sistemin uluslararası ölçekte yeniden yapılanmasına paralel olarak, ülke içindeki aktörler, devletin yapısı ve sermaye birikim sürecinin başat aktörleri değişiyor.

AKP her ne kadar bu değişimin taşıyıcı aktörü olabilmiş gibi görünse de, içerisindeki farklı eğilimlerin varlığı nedeniyle, fazlasıyla kırılganlık barındırıyor. Ve sistem yeni aktörler yaratmakta zorlanıyor. Yoksulluk, yoksunluk ve sömürü günden güne daha belirgin ve üstü örtülemez hale geliyor, bıçak kemiğe doğru hızla ilerliyor.

Kısacası, evet, umutsuz olmak için hiç bir neden bulunmuyor. Ya da "kararmasın sol memenin altındaki cevahir". Ancak bir şartla: Daha önceki iki yazıda tanımlandığı ve yukarıda işaret edildiği haliyle bir "sosyal cumhuriyet"in yegâne yolunun,

* Sömürü sorunundan (işçi sınıfı),

* Ulusal sorundan (başta Kürt siyasal hareketi olmak üzere, ulusal kültürlerini geliştirmekte sorun yaşayan diğer halklar),

* Cinsiyet eşitsizliklerinden ve cinsiyetçiliğe dayalı ezme/ezilme/sömürü ilişkilerinden (kadınlar ve kadın hareketi),

* Sermaye birikim sürecinin küçüğü yutan eşitsiz yapısından (küçük esnaf, küçük köylü, küçük üretici),

* Kapitalizmin doğayı tahrip eden üretim ve tüketim yapısından (toprağı, kendisi, çoluğu/çocuğu zehir emen köylü),

* Doğal kaynakların özelleştirilmesinden - metalaştırılmasından (yukarıda sayılanların hepsi),

muzdarip olanların bir araya geldiği bir hareketi, bir "emek odağı"nı yaratmaktan geçtiğini akıldan çıkarmamak şartıyla.(TT/RÜ)


Hiç yorum yok: