22 Haziran 2016 Çarşamba

Haziran ateşine karşı Haziran ışığı, www.sendika.org, 22 Haziran 2016







Tolga Tören

Hayır, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Taksim Gezi Parkı’na o tarihi eseri inşa edeceğiz” sözleri CHP’li Muharrem İnce’nin “Kargaşa çıkarmak istiyorsun, her yerde sıkıştın, dış politikada sıkıştın, ekonomide sıkıştın, turizmde, tarımda sıkıştın” cümlesinde dile getirdiği üzere salt bir sıkışma göstergesi değil.


Tersine, cumhurbaşkanının, Haziran/Gezi direnişinin önemli figürlerinden olan DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu’nun cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla gözaltına alınması ya da gene Haziran/Gezi direnişinin önemli figürlerinden Sosyal Haklar Derneği Genel Başkanı Can Atalay, sanatçı Orhan Aydın, Emekçi Hareket Partisi Genel Sekreteri Emre Öztürk, eski Yarsav Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, HDP yöneticisi Şamil Altan, Taksim Dayanışması ve kent hakları aktivisti Mücella Yapıcı, SDP Genel Başkanı Rıdvan Turna gibi isimlerin cumhurbaşkanına hakaretten yargılanması ile aynı günlere denk gelen bu çıkışı, Haziran/Gezi günlerinde direnen kesimlerin bir kısmına, ama önemli bir kısmına açık bir savaş ilanı olarak okunmalı.

İnsan hakları savunucusu, aktivisti, kuramcısı ve akademisyen Şebnem Korur Fincancı ile gazeteci Erol Önderoğlu ve Ahmet Nesin’in tutuklanmasına ek olarak, Barış İçin Akademisyenler üyelerinin neredeyse her gün karşısına çıkan işten çıkarma, adli/idari soruşturma, mobbing gibi uygulamalar da bu savaş ilanının netliğinin bir başka göstergesi.

Bu savaş ilanının Haziran/Gezi günlerinde direnen kesimlerin tümüne değil de “bir kısmına” olması ise, o günlerde, başta Aydınlık grubu olmak üzere orada bozkurt işareti yaparak ya da Türk bayrağı sallayarak varolan, belirli bir temsiliyete de sahip olan ve Kürt hareketinin Gezi’ye verdiği desteğin “ama”lı olmasına yol açan kesimlerin, şu anda Cumhurbaşkanı ile aynı saflarda olması ile ilintili.

Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın,
- Haziran/Gezi direnişinde karşı karşıya kaldığı kesimlerin bir kısmı kendi safına geçmişken,
- “Ama”lı olsa da, Haziran/ Gezi direnişinin dinamiklerinden birisi olan Kürt siyasi hareketine karşı savaşa girişilip, parlamenter mücadele veren Kürdi siyasetin etkisi, en azından yurdun batısında kırılmışken,
- Toplumsal muhalefet, Suruç’tan bugüne patlayan bombaların da etkisiyle önemli ölçüde sessizleşmişken,

dile getirdiği “inşa edeceğiz” çıkışını, 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında Kürt muhalefetine açılan savaşın bir benzerini Türkiye sosyalist hareketine açmak olarak yorumlamamak için hiç bir neden yok.

Kuşkusuz, yukarıda sıralananlara devletin güvenlik aygıtları içerisinde ya da yasal mevzuatta son bir yılda yaşanan dönüşümü, “şehir savaşı” deneyimini, bu savaşın toplumun bir kısmı tarafından kabul edilmesini, meşru görülmesini de eklemek gerekiyor. Dolayısıyla, Muharrem İnce’nin bahsettiği gibi bir sıkışma değil, yukarıda sıralanan faktörlerin de etkisiyle, “Yeni Türkiye” yolunda kapsamlı bir saldırı hazırlığıdır söz konusu olan.

Türkiye sermayesi yayılıyor

Geçtiğimiz yıl bu zamanlarda sendika.org’da yayımlanan “Kapitalizmin eşitsiz gelişimine karşı toplumsal muhalefetin eşitsiz gelişimi ya da sosyal cumhuriyette ‘yeni yaşam’ – I – II” başlıklı yazılarda, AKP tarafından “açılım”/“çözüm” olarak tanımlanan sürecin, Türkiye sermayesinin/kapitalizminin memleketin batısından doğusuna doğru gerçekleşen eşitsiz ve bileşik coğrafi gelişiminden/genişlemesinden bağımsız ele alınamayacağını; böylesi bir sürecin, başta Kürdi siyasetin yüzü sola dönük kesimleri olmak üzere, önündeki politik ve sosyal engelleri tasfiye etmeksizin sürdürülemeyeceğini belirtmiş ve eklemiştik:

“Bu sürecin durdurulması (…) ‘yeni yaşam’ çağrısı ile, Fransız Devrimi’nde sonradan giyotine gönderilenlerin çığlığı olan ‘sosyal cumhuriyet’ talebini yan yana getirebilmekten geçiyor. Bunun yolu da, kapitalizmin memleketin batısından doğusuna doğru olan eşitsiz gelişimini, toplumsal muhalefetin, doğudan batıya doğru gelişen dinamikleri ile buluşturmak. Bu buluşma, ‘sosyal bir cumhuriyette yeni bir yaşam’ın kapısının anahtarı olacak”.

Yaşanan süreç bu tespiti doğrulamış durumda. Malum, 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında AKP Kürt hareketi temsilcilerinin dahi öngöremediğini itiraf etmek zorunda kaldığı sertlikte bir savaş başlattı. Bir yandan da, savaşta yıktığı kentleri yeni rant alanı olarak kurgulamaya devam etti, ediyor.

Bu durumun, bölgeye verilen teşviklerden, Franco İspanyasından kalma tarihsel / sembolik anlamını akıldan çıkarmadan, dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Sur’u Toledo yapma” vurgusuna kadar çok sayıda örneği; GAP Eylem Planı’ndan, kalkınma planlarında da sıklıkla geçen “bölgesel cazibe merkezleri yaratma” söylemine kadar çok sayıda göstergesi var.

Savaşta yıkılan Kürt şehirlerini “inşa ve ihya” sürecinde TOBB, TÜSİAD, TESK, MÜSİAD, Türkiye İhracatçılar Meclisi’ne (TİM) gibi sermaye örgütlerinin “aktif rol” üstlenecek olması ya da başbakan Binali Yıldırım’ın açıkladığı Doğu ve Güneydoğu’da cazibe/zenginlik merkezleri oluşturma, altyapı ve restorasyon çalışmaları başlatma, kamu tarafından inşa edilen fabrikaların özel sektöre devri, kamu alımları gibi ögeleri içeren Büyük Eylem Planı da bu konuda karşımıza çıkan güncel gelişmelerden bir başkası.

Bunlara Diyarbakır Valisi Hüseyin Aksoy’un, Tekstil Organize Sanayi Bölgesi, Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası ve Diyarbakır Organize Sanayi Bölgesi bünyesindeki sermayedarlarla gerçekleştirdiği ve bölgeye yapılacak tekstil sektörü yatırımlarını gündem edinen toplantıyı da eklemek gerekiyor.

İki Haziran, ikinci Haziran

Yukarıda ifade edilenlerin, bu projenin öznesi olacak olan sermaye çevreleri açısından zorunlu ve mantıki sonucu ise ilerici Kürt siyasetine karşı alternatif temsiliyet mekanizmaları yaratmanın yollarını bulmak.

Bu, “Yeni Türkiye” “inşası” iddiasında bulunan AKP açısından olduğu kadar bu Türkiye içinde kendine yer açmaya çalışan Türkiye sermayesinin fraksiyonları açısından da, geçmişte denenenin; yani, Kürt coğrafyasını sermaye birikimine açarken, ulusal sorunu sınıfsal bağlamından koparıp liberal temelli kimlik politikasına indirgeme ve bu politikayı meşrulaştıracak Kürdi bir siyasal özne yaratma çabalarının, yeniden ve daha güçlü bir şekilde- karşımıza çıkarılması anlamına geliyor.

Keza, eleştirel bir perspektifle tartışılması gerekliliği kuşkusuz olsa da içerdiği “komünal ekonomi” gibi ögeler itibarıyla “alternatif bir yaşam” potansiyeli taşıyan Demokratik Özerklik programı ile, ağırlıklı olarak dayandığı emekçi-yoksul taban ile ve muhafazakar Kürtlerin temsiliyetini üstlenme esnekliği gösterse de seküler programı ile HDP çizgisinin AKP’nin aradığı partner olmadığı aşikar.

Bir dönem, solun bir kısmının son derece haksız bir şekilde AKP ile işbirliği yapacağı iddiasında bulunduğu HDP’nin sosyalist sol ile bir arada durma inadından vazgeçmedikçe iktidarın gazabına daha fazla uğraması, meclisten atılmaya çalışılması, kazandığı belediyelere kayyum atanmasına dönük politikalar geliştirilmesi; ama hepsinden öte, 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana süregiden savaş, yukarıdaki yargıyı doğrular nitelikte.

Yukarıda yazılanlar, memleketin batısındaki birikim ve metalaşma sürecinin Kürt coğrafyasına, Kürt coğrafyasındaki muhalefete yönelen şiddetin de batıdaki sosyal muhalefete dev aynasıyla yansıyacağının göstergesi. Aynaya çarpıp geniş halk kesimlerine yansıyacak olanın Cizre, Sur ve Lice’nin ateşinin yakıcılığının mı yoksa, güneşin iç ısıtan aydınlığının mı olacağı ise, toplumsal muhalefet bileşenlerinin tutumlarına bağlı.

7 Haziran 2015 ruhu ile tarihsel ve güncel anlamları içerisinde Haziran ruhunun, “demokratik ve sosyal bir cumhuriyet” programı etrafında bir araya gelme çabası, ateşin mi ışığa ışığın mı ateşe galebe çalacağının önemli belirleyicilerinden birisi olacak. “Yeni Türkiye” köprüsünden önceki son çıkıştayız.

Hiç yorum yok: