1 Temmuz 2016 Cuma

Haziran’ın anlam yelpazesi ve “sosyal cumhuriyet”, www.sendika.org, 1 Temmuz 2016

Tolga Tören

Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekili Altan Tan’ın 12 Haziran 2016 tarihli Habertürk’te yayımlanan söyleşisinde HDP’ye yönelik sarfettiği “…ağırlıklı sol, sosyalist, seküler söylem devam ederse farklı oluşumlar olabilir. Siyaset boşluk kabul etmez” sözleri, normal şartlar altında HDP’ye ilişkin haber yapmakta pek bir isteksiz olan ana akım medyada hatırı sayılır bir ilgiye mazhar oldu.



Söyleşinin solun Tan’ın ağzını açıp kurduğu her “sansasyonel” cümle sonrasında HDP’ye, “biz dememiş miydik” imasıyla parmak sallayan kesimi için de önemli bir malzeme verdiği söylenebilir.

HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, 14 Haziran 2016 tarihli BirGün’de yayımlandığı haliyle “…Yol ayrımına gelen biz değiliz. Çizgimiz olduğu yerde. 7 Haziran’da 1 Kasım’da halka ne söylediysek aynı noktadayız. Yolunu şaşıranlar kendileri bulacaktır” sözleri ile HDP’nin olası bir bölünmesiyle derin bir nefes alacak olan ana akım medyaya da, solun parmak sallayan kesimlerine de yerinde bir cevap verdiyse de, gerek Tan’ın HDP’deki varlığı, gerekse bu varlığın bugünkü anlamı ya da anlamsızlığı tartışmaya muhtaç.

Taktik ve strateji

Ama önce bir not: Muhafazakar/liberal isimlerin Kürt siyaseti bünyesine katılması, bu katılmanın gerçekleştiği zaman diliminde, taktik olarak doğru bir hamleydi.

Hatırlayalım: Cemaat – AKP ittifakı altında yürütülen KCK operasyonları ile birlikte Kürdi siyasetin yüzü emeğe ve sola dönük kesimlerinin tasfiye edilmeye çalışıldığı, Kürt coğrafyasında kılıcın-paranın-dinin, toplumun aşağısından yukarısına “sızıntı” yukarıdan aşağısına “akıncı” olduğu bir zaman dilimi idi bu.

Daha açık ifadeyle: Dershane, yurt vb. kuruluşlar aracılığı ile Kürt toplumunun her hücresine “sızmaya” çalışan bir cemaatin aşağıdan yukarıya, “akıncılık” geleneğinden gelen AKP’nin ise, devletin ve sermayenin gücü ile yukarıdan aşağıya şekillenen, “akın eden” politikaları eşliğinde, Kürt coğrafyasının Türkiye sermayesinin birikimine açılmaya çalışıldığı bir zaman dilimi…

İlerici Kürdi siyasetin buna verdiği yanıtlardan birincisi, sosyolojik bir gerçeklik olarak dinin direniş silahına da çevrilebileceğinin bu coğrafyadaki önemli örneklerinden birisi olan “sivil cumalar” oldu. Bu, “din kartı”nın AKP’nin elinden alınması anlamına geliyordu.

İkinci yanıt, Kürdi değerlere sahip çıkmanın yanında muhafazakar Kürt seçmene seslenmeye imkan verecek ve Kürdi siyasetin farklı zeminlerinde temsiliyeti olan kesimleri hareketin saflarına katmak oldu. Bu, coğrafyadaki “temsiliyet kartı”nın AKP’nin elinden alınması anlamına geliyordu.

Bir başka yanıt, Türkiye’nin bütün ezilenlerini, meclis tipi ve aşağıdan yukarı bir örgütlenme ile bir arada tutmayı hedefleyen Halkların Demokratik Kongresi’nin (HDK) kuruluş çalışmaları oldu. Bu ise “yeni” kartının AKP’nin elinden alınması anlamına geliyordu: Yeni Türkiye’ye karşı “yeni yaşam”.

Asli unsur HDK, yukarıdan aşağıya örgütlenen bir meclisler toplamı olacak, bu meclisler toplamının çalışmaları sonucunda biriken enerji, seçim süreçlerinde HDP ile oya, dolayısıyla meclis temsiliyetine tahvil edilecekti.

Gerek mücadelesinin merkezinde ulusal sorun bulunmasından, gerekse, Türkiye sosyalist hareketinin ana gövdesine kıyasla farklı mücadele yöntemleri geliştirebilmiş olmasından kaynaklı olarak Türkiye sosyalist hareketi ile arasında önemli bir siyaset coğrafyası makası bulunan Kürt siyaseti, kendisini HDK içerisinde konumlandıran sosyalist siyasetleri domine etmeyecek, sosyalist siyasetler de, sınıf siyasetlerini hayata geçirmeye çalışırken, bunu ezilen kimlikler sorunu ile bağını kuran bir yerden yapmanın imkanları üzerine kafa yoracaklardı.

İlerici Kürdi siyasetin, muhafazakar ya da liberal Kürtleri bünyesine katarak, dolayısıyla Kürt halkı içerisindeki temsiliyet zeminini genişleterek AKP’nin tasfiye politikalarını boşa çıkarma hamlesi, bugün Altan Tan’ın, kendi ideolojik ve sınıfsal konumu ile gayet tutarlı bir şekilde yakındığı/eleştirdiği bir olgunun, HDK’nin ve HDP’nin programının kapitalizmi aşma ufku taşımasına engel oluşturmadı.

Dolayısıyla yukarıda ifade edilenler, elbette çelişkileri ile birlikte, Kürt siyasetinin emek eksenli ve kapitalizmi aşma ufkuna sahip programına, dışarıdan bileşenler kazanması olarak kabul edilebilir. Konjonktürel olarak.

Ancak ilerleyen dönemlerde, HDK bileşenlerinden birisi olan Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP) HDP’ye iltihak etmesi yukarıdaki denklemi bozdu, yapısal olarak domine edici bir etkiye yol açtı, kafaları karıştırdı. Asli unsur olmanın yanında daha kapsayıcı olma imkanı sunan, meclisler toplamı olacak olan HDK’nin yerini HDP aldı. Bu konu hala tartışılmaya muhtaç.

Çözüm “ezilenlerin geleneği”nden gelecek

Gene de vurgulamak gerekiyor:Yukarıda bahsedilen politikalar ya da taktik yönelimler, Kürdi siyasetin ilerici yüzünü tasfiye etmeye dönük hamlelerin boşa çıkarılmasında önemli bir rol oynadı.

O boşa çıkarmanın etkisiyledir ki, 7 Haziran 2015 seçimlerinde Kürt siyaseti, Türkiye’nin diğer ezilenleri ile birlikte, emeğin ve doğanın haklarına, barışa ve özgürlüğe dair umudun taşıyıcısı olageldi.

Bununla birlikte, bir parça, siyaset ölçeğinin Türkiye sosyalist hareketinden daha geniş bir alana, Ortadoğu bölgesinin neredeyse tümüne yayılmasının yarattığı makasın, bir parça da, yakın dönemde Kürt siyasetinin lider kadrolarından birisinin ‘AKP’nin bu kadar sert olacağını düşünememiştik’ benzeri sözlerinin de gösterdiği üzere, yapılan öngörü hatalarının etkisi altında bugüne gelindi.

AKP’nin Kürdi siyasetin ilerici yüzünü tasfiye etme politikaları ise ortadan kalkmadı, tersine, para-kılıç-din üçlemesinden, kılıç bir adım öne çıktı.

Kürt sorununu sınıfsal bağlamından koparıp salt bir kimlik sorununa indirgemede, Kürt coğrafyasını da, HES’lerden tekstile, inşaattan kent hizmetlerine, sermayenin giderek daha fazla birikeceği bir coğrafya haline getirmede, Fransız kuramcı Louis Althusser’den ödünç alacağımız ifadelerle, “devletin ideolojik aygıtları”nın yerini “devletin zor aygıtları” aldı.

Sermaye yerinde durdu durmasına; ama silah bir adım öne geçti; sırası geldiğinde sermayenin, daha fazla çoğalmak üzere üzerinden atlamayı becereceğinden şüphe olmaksızın.

Dolayısıyla, içinden geçtiğimiz süreç, Karl Marks ve Friedrich Engels’in Komünist Manifesto‘da vurguladığı haliyle, sermayenin kendi suretinden dünyasını, Türkiye kapitalizminin batıdan doğuya eşitsiz ama bileşik gelişimi koşulları altında, Kürt coğrafyasında yaratma çabalarından azade olmadı, olmayacak.

İşin esası, çerçevesi, Kürdi siyasetin ilerici yüzü de dahil olmak üzere, Walter Benjamin’in sözleri ile “ezilenlerin geleneği” tarafından çizilmedikçe, hiç bir “açılım”, hiç bir “çözüm” bu çabadan azade olamayacak.

Haziranlardan Haziran…

Sendika.Org’da geçtiğimiz hafta yayımlanan yazımızda “memleketin batısındaki birikim ve metalaşma sürecinin Kürt coğrafyasına, Kürt coğrafyasındaki muhalefete yönelen şiddetin de batıdaki sosyal muhalefete dev aynasıyla yansıma” ihtimalinden bahsettikten sonra “Aynaya çarpıp geniş halk kesimlerine yansıyacak olanın Cizre, Sur ve Lice’nin ateşinin yakıcılığının mı yoksa, güneşin iç ısıtan aydınlığının mı olacağı ise, toplumsal muhalefet bileşenlerinin tutumlarına bağlı” olduğunu vurgulamış ve eklemiştik:

“7 Haziran 2015 ruhu ile tarihsel ve güncel anlamları içerisinde Haziran ruhunun, ‘demokratik ve sosyal bir cumhuriyet’ programı etrafında bir araya gelme çabası, ateşin mi ışığa ışığın mı ateşe galebe çalacağının önemli belirleyicilerinden birisi olacak. ‘Yeni Türkiye’ köprüsünden önceki son çıkıştayız.”

Bu bağlamda iki noktayı işaret etmekte fayda var:

Birincisi, başta Kürtler ve Aleviler olmak üzere, ezilen halkların ve inançların kimlik ve inanç özgürlüğü taleplerini görmezden gelip indirgemecilik yapmadan; ama liberal kimlik kuramlarının, ulusal sorunu sınıfsal bağlamından, dolayısıyla kapitalist üretim ilişkileri ve onun asli dinamiği olan sermaye birikimi sürecinden koparma gafletine düşmeden, ulusal sorun ile sınıf sorununu yan yana düşünmenin tarihsel önemi.

Birincisi ile ilintili olarak ikincisi ise, Kürt siyaseti açısından muhafazakar ve liberal kesimlerle konjonktürel işbirliği döneminin sona ermesi; sosyalist solun diğer bileşenleri açısından ise, Kürt sorununun ve meşru muhataplarının üzerinden atlayarak siyaset geliştirme perspektifinin gerçekçi olmadığının kabul edilmesi zorunluluğu.

Altan Tan’ın rahatsız olduğunu vurguladığı söylemin yol açtığı sonuç, ‘7 Haziran 2015’ ruhu ve CHP’nin HDP’li vekillerin meclisten atılmasına verdiği onay yukarıda işaret edilen iki zorunluluğun en önemli göstergesi.

Haziran’ın anlam yelpazesi geniştir ve Hasan Hüseyin “ne anlar acılardan / güzel Haziran…” derken haklıdır.

Yeni Türkiye köprüsünden önce son çıkıştayız; ama sosyal bir cumhuriyette yeni bir yaşam da pek uzakta sayılmaz. Anahtar, tarihsel ve güncel, isyankar ve birlik halleri ile Haziran’da.

Hiç yorum yok: