3 Ağustos 2016 Çarşamba

Biz suça ortak olmadık, ya siz?, www.sendika.org, 2 Ağustos 2016















Tolga Tören

Barış İçin Akademisyenler (BAK) tarafından yayımlanan “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı metin yayımlandığından bugüne üniversite camiasında yaşananlar biliniyor. Başta sendika.org olmak üzere çok sayıda bağımsız ya da ana akım yayın organı konuyu fazlasıyla işledi. 

Aynı şey bu süreçte üniversitelerde yaşananlar konusunda bayrağı en ileri dikenin Mersin Üniversitesi olduğu gerçekliği için de geçerli. Ama gene de geçerken not düşmekte fayda var. Sıcak bir Akdeniz kentinde bulunan bu üniversiteden hayli sert rüzgarlar esiyor. 

İmza metni yayımlandığından bu yana Mersin Üniversitesi’nden bir araştırma görevlisi (Esin Gülsen), iki uzman (Galip Deniz Altınay ve Bermal Aydın) ve beş öğretim üyesi (Yasemin Karaca, Mustafa Şener, Veli Mert, Bediz Yılmaz, Melehat Kutun) olmak üzere sekiz arkadaşımız, meslektaşımız, çeşitli bahanelerle, ama aslında aynı gerekçe ile, “imzacı” olmaları hasebiyle işten çıkarıldı. 

Bu satırların yazarı da dahil olmak üzere, üniversitedeki diğer imzacılar da sırasını bekliyor. 

Bu ülkenin yakın dönem tarihine aşina olanların Mersin Üniversite’sinde olan bitene de aşina olacağı açık. Nitekim, bu ülkenin üniversitelerinden Pertev Naili Boratavlar, Behice Boranlar, İsmail Beşikçiler, Korkut Boratavlar, Alaattin Şeneller, Haluk Gergerler, Fikret Başkayalar geçti. 

Bu coğrafyadan, bir zamanlar döneminin muktedirleri tarafından "vatan haini" ilan edilse de UNESCO'nun 100. yaşını bir yıl boyunca kutladığı Nazım Hikmet geçti, 12 Eylül 1980 karanlığına karşı dimdik ayakta duran 1402'likler geçti. 

Bu ülkede ismindeki "ş" harfi orak çekice benziyor diye dergi de kapatıldı, Sovyetler Birliği ile barış yanlısı politika izleyelim diyen gazete matbaası da basıldı, tarumar edildi. 
Lakin, "1940'ların cadı kazanı"nın kaynaması duralı, fokurtuları dineli çok oldu. 12 Eylül 1980 karanlığı da geçti. Her ne kadar bugünlerde kapıları yeniden çalıyorsa da bu türden bir karanlık, çağdaşımız Karl Marx'tan öğreneli epey zaman oldu, tarihsel bütün büyük olayların ve kişilerin, sanki iki kez yinelendiğini: "İlkinde trajedi olarak, ikincisinde kaba güldürü olarak...”[i]

O kazanları kaynatanların, karanlıkları yaratanların isimleri, bu ülkenin karanlık tarihinin sayfalarına yazıldı, sonra da yırtılıp atıldı. Bu günler de geçecek elbet. "Sol memenin altındaki cevahir"i karartmaya ne hacet! "Güzel günler göreceğiz". İşte o "güzel günler", "güneşli günler" geldiğinde, hele de akademide bulunanlar söz konusu olduğunda kimin isminin nerede yazılacağının, kişilerin bugün durdukları yere göre belirleneceği aşikar.

Durulacak yer mi?

Fransa'nın 1952 - 1964 yılları arasında Cezayir'de işlediği soykırım suçlarını gerekçe göstererek kendisine verilen Nobel Barış Ödülü'nü reddeden, başta hayat arkadaşı, yoldaşı Simone De Beavouir olmak üzere çok sayıda Fransız aydını ile birlikte 121'ler bildirgesini imzalayarak, Fransa'nın Cezayir'deki politikalarına karşı çıkan Fransız düşünür Jean Paul Sartre bir yana...

Yukarıda yazılanlar nedeniyle Sartre'ın cezalandırılmasını isteyen Fransız sağına karşı ünlü "Sartre Fransadır" yanıtını veren ve kendisi de sağcı olan Fransız devlet adamı De Gaulle bir yana...

Siyonizmi Yenmek (2007) isimli kitabı yayımlandıktan iki yıl sonra, 2009'da, siyonist lobilerin girişimleri ile "liberal" değerleri ile bilinen Bard Kolej'deki görevinden ayrılmak zorunda kalan eleştirel sosyal bilimci Joe Kovel'in bu ayrılış sonrasında dile getirdiği "eğitimci dünyanın adaletsizliğini, bu eleştirinin kendisini iktidarlarla çatışma içine düşürüp düşürmeyeceğini dikkate almadan eleştirmelidir. Akademinin bunu yapmadaki başarısızlığı adaletsizliği ve devlet şiddetini ebedileştirmede az rol oynamaz"[ii] sözleri bir yana...

Yaser Arafat'ın ifadesi ile "Filistinli generaller" ile birlikte İsrail devletinin mazlum Arap halkına karşı ördüğü utanç duvarını taşlayan, bunun için kimi öğrenci örgütleri de dahil olmak üzere siyonist lobiler tarafından üniversiteden atılması için kampanya başlatılan Edward Said'in şu sözlerinin bu konudaki tek yol gösterici olmaması için bir neden yok:
... insanın kendi toplumunun, yurttaşlarına hesap vermek zorunda olan yerleşik ve yetkili güç               odaklarına seslenme konusunda özel bir görevi olduğuna inanıyorum ben; özellikle de bu                   güçler apaçık ahlakdışı ve kendisinden çok daha güçsüz bir tarafa karşı yürütülen bir savaşta ya         da kasten ayrımcılığı, baskı yapmayı ve toplu zulümü hedefleyen programlar için             kullanıldığında.[iii]

Yukarıda ifade edilen çevreler tarafından Said’in üniversiteden atılması için başlattığı kampanyaya Columbia Üniversitesi’nin verdiği resmi yanıtı da atlamamak gerekli elbet:


Profesör Said’in ve üniversitenin diğer mensuplarının faaliyetleri, akademik özgürlüğe ilişkin bu kurallarla korunur. Columbia’da bir ifade nizamnamesine inanmıyoruz ve bir ifade polisi gibi de davranmamalıyız. Profesör Said’in sınırda öteki tarafa taş fırlatması meselesine gelince: bildiğim kadarıyla, taş birisini hedef almış değil; herhangi bir yasa ihlâl edilmiş değil; herhangi bir yasal şikayette bulunulmuş değil; Profesör Said’e karşı cezai veya aslî bir dava açılmış değil. (...) Profesör Said hakkında, bizim ülkemizde veya başka bir ülkede dava açılsa bile onu Üniversite’nin davranış kurallarına dayanarak cezalandırmak uygun değildir. Kısaca Üniversite, bir mensubunun fikirlerini açıklamasına veya davranışlarına karşı, bunlar cezai veya aslî bir davanın konusu olsa da, herhangi bir yaptırımda bulunamaz. (...) Bir üniversite için, siyaseten egemen ideolojinin pasifleştirici etkisinden korkmadan görüşlerini ifade etme özgürlüğüne sahip bireylerin söylem özgürlüğünü korumaktan daha temel bir şey yoktur.[iv]

Bize, “imzacılar”a gelince... 

“Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine imza atanlar olarak, ne koşa koşa hakkımızda suç duyurusunda bulunan rektörler ne adli ve idari soruşturmalar ne de işten atılmamız... Bunların hiçbirisi, hiçbirisi durduğumuz noktayı ve başımıza gelenleri sorgulamayı aklımıza getirmedi, bunların hiçbirisi haklı olduğumuzdan kuşku duymamıza yol açmadı.

Tersine, kızının cesedini buzlukta saklayan bir ananın ya da anasının bir hafta boyunca sokakta yatan cesedini izleyenin acısının yanında kendi yaşadığına üzülmeyi zül saydı imzacılar. Hani Nazım sesleniyor ya sevdiceğine, “mavi gözlerimde korkuyu görmek için boşuna bakacaklar Nâzım'a!”... İmza atan ellerde titreme görmek için boşuna bakmayın imzacılara... Kimsenin haklılığından şüphesi yok.

“İmzacılar”ın haklılığının göstergelerinden birisi de, 15 Temmuz 2016’da yaşanan darbe girişimi içerisinde yer alan komutanlardan bazılarının Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi’nin ses çıkardığı Cizre ve Sur’da yürütülen operasyonların planlayıcıları arasında yer alması idi kuşkusuz. Dolayısıyla, bu kişilerin ve ortaklarının dünkü suçlarına da ortak değildi “imzacılar”, kaynağı dünkü suçları olan bugünkü suçlarına da ortak değil...

“İmzacılar”ı adli ya da idari soruşturmaya maruz bırakanlar, karalayanlar, mobbinge maruz bırakanlar, işinden edenler... Ve dahi tüm bunlara sessiz kalanlar... Sessiz kalarak imzacılara zulmedenlerin suçlarına ortak olanlar: Peki ya siz, Cizre ve Sur’da yaşananları planlayanların bugünkü ve dünkü suçlarına ortak mıydınız ?

Siz bu soruya yanıt üretmeye devam ededurun. Savaşın yıkıcılığına darbe karanlığı eklenmiş, darbe karanlığının hemen sonrasında, Walter Benjamin’in deyimiyle olağanüstü olan olağan, istisna olan kural olmuşken, biz de hatırlatalım: Savaş devam ediyor.

Savaşı durduramamak bize dert oldu; ama suçunuza, suçlarına ortak olmadık, önünüzde de eğilmedik, bu da size dert olsun. 



[i] Marx, K (2002) Louis Boanaprte’ın 18 Brumaire’i, İstanbul: Sol.
[ii] Joel Kovel (2009) Statement of Joel Kovel Regarding His Termination by Bard College, http://mrzine.monthlyreview.org/2009/kovel190209.html
[iii] Said, E. () Entelektüel: Sürgün, Marjinal, Yabancı, İstanbul: SAV, 92
[iv] bianet (2016) Üniversite ve Özgürlük: Edward Said ve Columbia Rektörü, http://bianet.org/bianet/insan-haklari/171085-universite-ve-ozgurluk-edward-said-ve-columbia-rektoru

Hiç yorum yok: