Hürriyet'te "İzmir'deki facia yürekleri dağladı! 5 çocuğu yangında ölen anne konuştu... Aile hakkında yeni bilgiler ortaya çıktı" başlığıyla yer aldı, İzmir'in Selçuk ilçesinde iş için 20 dakikalığına ayrıldığı evinde çıkan yangında, evde bıraktığı beş çocuğunu kaybeden Melisa Sinem Akcan'ın haberi.
Haberde hayatını kaybeden kardeşlerin Tahsinağa Camii'nde ikindi namazını müteakiben kılınan cenaze namazından da bahsedilmiş, nasıl bir haber değeri olduğu ve başka nasıl olabileceği bilinmese de, beş kardeşin tabutlarının yanyana konulduğu detayı ile birlikte. Ne cenaze namazı sırasında jandarmanın babanın bileklerindeki kelepçeleri çıkardığı atlanmış haberde ne emekli bir felsefe öğretmeninin kızı olan anne ve eşinin çeşitli suçlardan kaydı olduğu ne de ailelerinin rızası olmadan evlendikleri. Velhasıl, haberden anladığımız kadarıyla ihmalkar! anne ve baba zaten suçluymuş, hem topluma hem de ailelerine karşı! Jandarma (devlet okuyunuz!) ise, yüce gönüllü.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) muhalefetin konuyla ilgili sorularını yanıtlayan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) meclis grup başkan vekili Özlem Zengin de ifade etmiş devletin yüce gönüllülüğünü:
"110 bin 705 lira bakanlığımız tarafından, kaymakamlık üzerinden de 9 bin lira civarında, elektrik desteği verilmiş, başka destekler verilmiş" demiş Özlem hanım. Ve eklemiş: "Fakat şu var; aile tüm bunlara rağmen çocuklarına kendi bakmayı tercih etmiş. Kimsenin çocuğunu zorla alma kastı yok. Annenin de çocuklarına bakmayla ilgili bir meselesi varsa bununla ilgili hep çağrıda bulunuyorum. Hep beraber sistem üzerinden konuşalım diyorum. Dönüyorsunuz, dolaşıyorsunuz her şeyi paraya bağlıyorsunuz. Bütün bu problemlerin olmasının sebebi, parasal sebepler mi! Değil, bunun altında başka sebepler var. Konuşalım, onları da arka tarafta size izah edeyim...(abç)"
Hep "başka sebepler"!
Hakikatlerin üzerine bu "başka sebepler" örtüsünü örtmekten hiç kaçınmadı AKP!
- 2000'lerin başında Türkiye'nin gemi inşa, tekstil gibi önde gelen sektörlerinde Allah'ın günü yaşanan iş kazalarında ve dahi şimdinin maden kazalarında, "kalkınmanın gerektirdiği büyüme ortamının sağlanması" olageldi bu başka sebepler. Öyle ki, yüzlerce işçinin hayatını kaybettiği Soma faciası sonrasında, İngiltere madenlerini dahi örnek verdi reis-i cumhurumuz. Friedrich Engels'in 1845 yılında tamamladığı İngilitere'de Emekçi Sınıfın Durumu'nda anlattığı koşullar 2000li yılların Türkiye'sinde neden olmasındı ki!
- Fethullah Gülen cemaati ile ortak oldukları dönemde, bütün toplumsal muhalefet bileşenlerini önce ayrı torbalarda toplayıp sonra bütün bu torbaları büyük bir 'imha edilecekler' torbasında bir araya getirirken "vesayet" idi bu "başka sebepler"in önde geleni;
- Eski ortakları ile kavgalı hale geldiklerinde, bir zamanlar o ortaklarının bütün uluslararası ilişkilerinden faydalanmamışlar gibi ve "emperyalizm" demeye de dilleri varmadığından, "üst akıl" umacısı geldi gündeme, dönemin "başka sebep"i ve biz fanilerin göremeyip de onların gördüğü bir ilişkiler yumağı olarak;
- Kendileri ile ortakken de bir hayli karanlık olan eski ortaklarının giriştiği ve AKP'nin de en üst perdeden "Allahın lütfu" olarak değerlendirdiği 15 Temmuz 2016 (başarısız) darbesi sonrasında, "FETÖcülük" iddiası oldu bu "başka sebepler", elbette "borsası" ile birlikte,
- 8 yaşındaki Narin'in, üstelik de önde gelenleri parti/devlet ile bir hayli sıkı fıkı olan koca bir köyün ortayerinde öldürülmesi sonrasında, koşa koşa şu anda cinayet zanlısı olarak yargılanan aile bireylerinin yanına giden AKP'li vekil Galip Ensarioğlu'nun ağzından duyduk bu "başka sebepler"i, "bazen de bilip söylemememiz gereken şeyler var" biçiminde;
- Ve şimdi de, AKP meclis başkan vekilinin ağzından duyuyoruz: "Bütün bu problemlerin olmasının sebebi, parasal sebepler mi! Değil, bunun altında başka sebepler var."
İnsanca yaşam haklarını kullanamayanlar!
Buraya kadar, konuyu bir parça dağıtmak pahasına, yazılanlar Hürriyet'in haberi verme biçiminin anımsattıkları idi. Dolayısıyla habere geri dönebiliriz.
Hürriyet, tahmin edilmesi güç olmadığından olsa gerek, yazmamış ama, bir helallik de verilmiştir herhalde musalla taşında yatan yavru canlara. Ve şüphesiz, gene Hürriyet'in altını çizdiği üzere, kimileri çelenklerini de ihmal etmeyen cemaat-i Müslim, bir helali esirgememiştir yavrulardan. Hürriyet'in haberinde yer almayan, alamayacak da olan bir başka nokta ise, o yangında hayatlarını kaybeden canların, şansları olsaydı, dünyayı böyle terketmelerinde rolü olan sorumlulara haklarını helal edip etmeyecekleri. Bu sorunun cevabını bilmek mümkün değil elbette. Sadece cevap sahiplerinin reşit ve, iç acıtıcı bir şekilde, artık dünyada olmamalarından değil; ama "hak"a ilişkin bu sorunun cevabının içinde yaşadığımız somut dünyaya dair olmamasından.
Bilmemiz ihtimali olan ve bilme hakkına sahip olduğumuz ise, o yavruların bu dünyadaki, başta insanca bir yaşam olmak üzere, hakları ve bu haklarını kullanamamış olmalarının sorumluları.
Ama önce, Özlem hanımın iddiasına dönmek gerekiyor.
Evet parasal!
Araştırmacı Demet Şahende Dinler (2016) "Ankara'dan Londra'ya geri dönüşüm piyasasındaki kural ve düzenlemelerin çok sahalı analizi" (A multi-sited analysis of rules and regulations in the recycling market from Ankara to London) (1) başlıklı kapsamlı doktora çalışmasında, Çevre ve Orman Bakanlığı'nın 1990'lar boyunca, atık yönetimi üzerine çeşitli uluslararası finans kuruluşlarının finanse ettiği kimi projeler yaptığını, ancak bu konuda 2004 tarihli Ambalaj Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği ile kapsamlı bir atık yönetimi oluşturulması yönünde ciddi adımlar atıldığını ifade eder. Bu sürecin devletin yerel yönetimlerin kontrolü ve partnerliği altında geri dönüşüm sektörünün özelleştirilmesi ve formelleştirilmesine yönelik bir program olduğunu belirten Dinler'in (age, s. 127 - 128) aktardığı üzere, 2003 yılında 350 olan ambalaj üreten ve piyasaya süren firma sayısı 2008'de 5048'e, 2012'de ise 15.192'ye yükselir. 2003'te 15 olan lisanslı toplama ve ayırma tesislerinin sayısı 2008'de 137'ye, 2012'de de 296'ya; 2003'te 13 olan lisanslı geri geri dönüşüm tesisi sayısı ise 2008'de 89'a, 2012'de de 280'e yükselir (age., s. 134 - 135). Gene Dinler'in belirttiği üzere, devlet bütün bu süre zarfında, lisansların dağıtılmasından özelleştirmelerin uygulanmasına, sektörde oldukça önemli bir rol oynar. Bu dönemlerin AKP iktidarına denk geldiğini hatırlatmak gereksizse de, "söz uçar" demişler eskiler.
Öte yandan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan "Ulusal Atık Yönetimi ve Eylem Planı 2023" metninde de "çevre yönetiminde...özel sektörün, yerel yönetimlerin ve STK'ların rolü artırılacaktır" (s. 2) ifadesi geçiyor.
Özel sektörün, hele de böyle bir konuda, özelleştirme, ihale ve lisans anlamına geldiğini, dolayısıyla devlet eliyle yaratılan kar alanlarının en önemli öznesi olduğunu da belirtmek gerekmiyor; ama yukarıda da ifade edildi, söz uçar...
Dolayısıyla, Özlem hanımın diğer gerekçeleri konusunda bir fikrimiz olmasa da, altını çizmek gerekiyor: Konu, evet, bir hayli parasal.
Sosyal güvencesiz, sağlıksız ve "itibarsız"!
Katı atık toplayıcılarının çalışma ve yaşam koşullarına gelince! Geri dönüşüm işçisi Mahmut Aytar şöyle yanıtlıyor Evrensel gazetesinden Fatih Polat'ın "Geri dönüşüm işinde önceleri akla daha çok kağıt toplayıcılığı geliyordu. Zamanla genişledi değil mi?" sorusunu: "Ana temada kağıt var. Ama ayakkabı toplayan var, elbise toplayan var, eski hurda malzeme toplayan var. Bizim sektörde ise hepsini topluyorsun. Demir, PET, plastik, naylon, karton, alüminyum, metal..." Haberlerden öğrendiğimiz kadarıyla, Melisa Sinem Akcan, hurda malzeme toplayanlar arasındaymış.
Akademisyen Duygu Özsoy (2), atık toplayıcılarının çalışma koşullarını da ele aldığı "Yeni Kent Yoksulluğu, Atık Toplayıcıları Ve Temsil Sorunsalı: Katık Dergisi Üzerine Bir İnceleme" başlıklı çalışmasının bulgularını şu sözlerle ifade ediyor: "...ağır yoksulluk koşulları altında yaşayan atık toplayıcıların, sosyal güvencesiz, sağlıksız ve itibarsız olarak değerlendirdikleri bir işi yapmaları nedeniyle kendilerini toplumsal olarak dışlanmış hissettikleri; yoksulluklarının süreklilik arz eden bir nitelikte olduğu, bu durumun onlarda geleceğe dair derin bir umutsuzluk hali yarattığı" (age., s. 108). Ve sonrasında ekliyor Özsoy: "Kazançları yeme, içme, barınma gibi temel ihtiyaçları dahi karşılayamayan atık toplayıcıların yaşadıkları en büyük problem sosyal güvencesizlik. (age., s. 108)"
Demek ki, Özlem hanımın ima ettiği gibi, konu, bireysel sorumsuzluk da değil, sosyal.
Katı atık toplayıcıların barınma koşulları!
İstanbul Planlama Ajansı (İPA) tarafından, İstanbul / Beyoğlu'nda 18 katı atık deposunda çalışan Türkiyeli ve Afgan katı atık toplayıcılarının yanısıra geri dönüşüm sanayi dernekleri, kamu kurumları, sivil toplum örgütleri ve meslek odaları ile de görüşmeler gerçekleştirilerek (agm., s. 15) hazırlanan “Kentin Yükünü Sırtlananlar: İstanbul’un Katı Atık Toplayıcıları, Sorunlar ve Talepler” başlıklı raporda da benzer noktalara dikkat çekilmekle birlikte, barınma konusunun özelikle altı çizilir:
"Barınma koşulları atık toplayıcılığı yapan kişileri daha da kırılgan kılan koşullardan bir diğeri olarak ön plana çıkmaktadır. Görüşülen kişilerin çoğu ya depolarda sınırlı imkanlar içerisinde ya da iş arkadaşlarıyla birlikte kötü koşullardaki evlerde veya otellerde ödeme yaparak kaldıklarını ifade ederken, aileleri İstanbul’da yaşayan az sayıdaki kişi kentin çeperinde nispeten iyi koşullarda barındıklarını aktarmaktadır. Depolarda yaşayanlar özellikle barınma ve diğer temel yaşamsal ihtiyaçları (sıcak su, ısınma, hijyen vb.) açısından büyük zorluklar yaşadıklarını belirtmektedir. (age., s.32)"
Raporda dikkat çekilen noktalardan birisi de, atık toplayıcıların sosyal güvenceden yoksun oluşları ve bu durumun atık toplayıcılarının sağlık hizmetlerine erişiminde yarattığı sorunlar. Raporda aktarılanlara göre, sosyal güvenlik kapsamının dışında olmaları nedeniyle, katı atık toplayıcılarının çoğunluğu sağlık kuruluşlarına başvurmakta çekiniyorlar. Nitekim, araştırma kapsamında ziyaret edilen onsekiz depodan sadece bir tanesi ruhsatlı ve çalışanların sigortasını yatırıyor.
Sokakta, depoda ya da yanarak evde!
İPA'nın raporu için görüşülen atık toplayıcılardan birisi “bu işte en sonunda ya sokakta ya da depoda donarak ölüyorsun.” (age., s. 32) sözlerini dile getiriyor. Beş yavru canın, annelerinin yanında olamadığı 20 dakika, sadece 20 dakika içerisinde meydana gelen bir "soba kazası"nda hayatlarını kaybetmeleri gösteriyor ki, atık toplayıcıların payına düşen çok daha fazlası ve acısı olabiliyor. Tüm bunları, İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'nin Ekim 2024 tarihli raporunda yer alan, sadece Ekim ayında, çoğunluğu inşaat, yol, taşımacılık, tarım ve orman sektörlerinde olmak üzere en az 164 işçinin hayatını kaybettiği bilgisiyle beraber ele aldığımızda, Cumhur İttifakı'nın yarattığı emek cehennemi daha da görünür oluyor!
***
(1) Dinler, Demet Şahende (2016) "A multi-sited analysis of rules and regulations in the recycling market from Ankara to London", PhD Thesis, SOAS, University of London, http://eprints.soas.ac.uk/23640.
(2) Özsoy, Duygu (2012) "Yeni Kent Yoksulluğu, Atık Toplayıcıları ve Temsil Sorunsalı: Katık Dergisi Üzerine Bir İnceleme", İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 43: 105 - 121, https://dergipark.org.tr/tr/pub/iuifd/issue/22893/244999.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder