25 Kasım 2024 Pazartesi

"Çözüm" tartışmaları: Varoluşsal bir sorunu yönetilebilir kılma hamlesi

Foto: Yeni Soluk
Tolga Tören

Görünen o ki, Devlet Bahçeli’nin, PKK lideri Abddullah Öcalan’ın mecliste konuşma yapması önerisiyle başlayan süreç, muhataplarının ‘yeni çözüm süreci yok’ gibi ifadelerine ve hatta PKK’nin TUSAŞ bombalamasına rağmen bir şekilde ilerliyor. Ve gene görünen o ki, bu defa sürecin muhatapları ya da tarafları, önceki müzakere süreçlerinden farklı olarak ‘silahlarını’ koruyarak hareket ediyor. Bu durum, Cumhur İttifakı cephesinden bakıldığında, bir yandan, örneğin kayyum atamalarında görüldüğü üzere, iktidar sopasını, başta Kürt muhalefeti olmak üzere, muhalefet dinamiklerinin üzerinde her an sallandırmak ve kuzey Suriye’de süregiden askeri operasyonlar biçiminde kendini gösteriyor. Diğer yandan da Devlet Bahçeli’nin ağzından çözüm havucu sürekli gündemde tutuluyor. 

Kürt siyasi hareketi yeni süreci tartışıyor!


Sürecin, ‘devletin Kürt hareketini kandırma girişimi' ya da 'buradan birşeyler çıkmaz' gibi apolitik tutumlardan uzak bir şekilde değerlendirilmesinin öneminin altını çizmek gerekiyor. 6 Kasım 2024 tarihinde burada yayımlanan "'İç cephe'den hareket eden bir neo-İttihatçılık" başlıklı yazımda da tartışmaya çalıştığım üzere, Bahçeli üzerinden başlatılan bu süreci, Ortadoğu jeopolitiği üzerinden, burada da Kürtlerin elde edebilecekleri olası fiili kazanımların Türkiye tarafından önlenmesi ya da kontrol altına alınması çabası olarak okumak önemli. Bu anlamda, nereye evrilebileceği ayrı bir tartışma olmakla birlikte, mesele birilerinin birilerini kandırma çabasından daha ciddi. Bu noktada yakın zamanda Devlet Bahçeli ile görüşen Ufuk Uras’ın "...Bahçeli, Öcalan’ın kendini ifade etmesi ve DEM Parti ile Öcalan’ın buluşmasının önemini bir kez daha vurguladı" sözleri bir yana, Özgür Politika gazetesi yazarı Veysi Sarısözen’in şu ifadelerine dikkat çekmek gerekiyor: 


“...Bahçeli’nin, gerçekte Erdoğan’la birlikte başlattığı ve Özgür Özel’in dışında kalmamaya çalıştığı gelişmeler, Türk devletinin başlattığı gelişmelerdir. Kürt halkı ve dostlarının mücadelesinin ve Üçüncü Dünya Savaşı’nın yeni aşamasında Türkiye’nin karşı karşıya olduğu ve bu defa gerçek ‘beka’ sorununun sonucudur. Devletin Başkan Öcalan’a yaklaşımındaki değişikliği ‘DEM Parti’yi kandırmak, Erdoğan’ın dördüncü defa seçilmesi için yapılmış bir iç politika oyunu gibi görmek’, bu değişiklikte Başkan Öcalan’ın çeyrek asırdır direnişini, gerillanın destansı özsavunmasını, Kürt halkının serhildanlarını, kadın devrimini, dünya çapında yükselen ‘Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa çözüm’ hamlesini ve Ortadoğu’da savaşın Türk devletini büyük tehlikelerle yüz yüze getirdiğini görmemektir, bu olguların etkisini yok saymak, küçümsemek, anlamamaktır.”


Sarısözen'in sözlerini Kürt siyasal hareketinin ‘resmi görüşü’ olarak değilse de Kürt siyasal hareketinin resmi görüşlerini yakından izleyen, yorumlayan ve siyasete tercüme eden bir yazarın değerlendirmesi olarak değerlendirmek gerekiyor. Kaldı ki, Kürt hareketi nezdinde önemli bir temsiliyeti de olan bir isim, bir başka Özgür Politika yazarı Selahattin Erdem de "Henüz yeterli bir zihniyet değişimi ve demokratikleşme yaşamamış olsa da ve yine PKK’yi tasfiye amacından vazgeçmemiş bulunsa da, bunun mevcut koşullarda şimdiye kadarki yöntemlerle başarılamayacağını anlayarak yeni yöntemler arayışına giren eğilim" olarak tanımlıyor Bahçeli'nin başlattığı süreci. 


Son olarak gazeteci Cansu Çamlıbel'in konuya çok vakıf olduğunu her anlamda ele veren çeşitli sorularına, deneyimli Kürt siyasetçi Ayla Akat Ata'nın verdiği kapsamlı yanıtlara dikkat çekmek gerekiyor:  


"Bölgesel olarak yeni bir şiddet dalgası yaşıyoruz. Bu şiddet dalgası artık Avrupa coğrafyasından Ortadoğu coğrafyasına inmiş durumda. Hedefin İran olduğunu düşünelim, oranın da bir parçasında Kürtler yaşıyor, oranın da bir Kürdistan özerk bölgesi var. Ve doğal olarak orada da bir gerçekleşme söz konusu olur. Geriye kalır Türkiye parçası. Haliyle bizim açımızdan, tabanımız açısından okuma budur. (...) Nasıl ki Irak Kürdistan’ında Bölgesel Kürt Yönetimi’nin varlığı Türkiye'de yaşayan Kürtlerin hakları ve özgürlüklerine dair belli cesur adımların atılmasını getirdiyse, Suriye'de olası bir süreç de Türkiye'de yine belli adımların atılmasını beraberinde getirecektir. (...) Ama bir de küresel sermaye gerçeği var. Yerinin altıyla üstüyle ele alınan bir coğrafyadan bahsediyoruz."


Sarısözen, Erdem ve Ata'nın ifadeleri, Kürt siyasetinin Bahçeli'nin başlattığı süreci ciddi bir şekilde ve yüksek bir bilinçle tartıştığını gösterir nitelikte. 


Ortadoğu'da yeni dengeler!


Kürt siyaseti açısından bakıldığında, iki noktanın altını çizmek mümkün: Birincisi, Hamas'ın 7 Ekim 2023 tarihinde gerçekleştirdiği "Aksa Tufanı Operasyonu" sonrasında Ortadoğu coğrafyasında oluşabilecek yeni dengeleri ve süreci kendi siyasetleri dogrultusunda yönlendirebileceklerine dair beklenti. Bu, kuşkusuz bir siyasi özgüven anlamına geliyor. İkinci olarak da Ankara’nın merkezinde yer alan ve savunma sanayi için son derece önemli bir kuruluş olan TUSAŞ saldırısında olduğu üzere hükümetin yürüttüğü sınır ötesi operasyonlara ve PKK’nin Türkiye’de bitirildiğine dair propagandalara verilen askeri yanıtlar.  Şüphe yok ki, bu askeri yanıtlar da bir askeri özgüven göstergesi. Eski HDP milletvekili Demir Çelik'in aşağıdaki sözleri, bu özgüveni ortaya koyar nitelikte:  


“Bütün bunlardan hareketle önümüzdeki aylar ve yıllar büyük değişimlere gebedir. Tehlike ve riskler ile fırsatlar ve olanaklar söz konusu olacaktır. Enerji kaynaklarının üretimi, sevk ve kontrolü esasıyla yaşanacak, başta Ortadoğu olmak üzere gezegenimizin yeniden dizaynı için kartlar yeniden karılacaktır. Bugün 1916 Sykes-Picot şartlarından farklı uluslararası bir konjonktür söz konusudur. Özellikle biz Kürtler açısında büyük tehlike ve riskler yanında büyük fırsat ve olanaklar söz konusudur. Her şeyden önce dört parça Kürdistan'da aşiretler ve malbatlar üstü, mezhepler üstü, bölge ve yerel hassasiyeti yerine Kürdistan statüsü için mücadele eden çok güçlü Kürt Siyasal Hareketi var. Hareketin milyonları mobilize edebilme kabiliyeti yanında uluslararası yaygın ve örgütlü gücü söz konusudur. Tüm dezavantajlara rağmen söz konusu bu avantajlarımızın bilinci ve duyarlılığıyla, ulusal birlik esasıyla hareket edebilirsek büyük kazanabiliriz.”

 

MHP lideri Devlet Bahçeli’ye “insan kaybı, ekonomik maliyet, buradan bir yere varamıyoruz, bu hep küresel güçlerin işlerine yarıyor” dedirten de, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a “Bu meseleyi küresel güçler üzerinden değil, içeride, baş başa çözelim” dedirten de, bu siyasi ve askeri özgüvenin Ortadoğu'nun olası bir yeniden şekillenmesinde oynayabileceği rol. Bu durum, çeşitli illerde "Hilale Doğru" başlıklı toplantılar yaparak tabanına Bahçeli'nin girişimlerini anlatan MHP'nin Genel Başkan Yardımcısı Yaşar Yıldırım tarafından şu sözlerle dile getiriliyor:


“Devlet Bahçeli, ‘Ben bu hamleyi yaparsam MHP’ye oy gelir ya da oy kaybeder’ hesabında değil. ‘Ben bu hamleyi yaparsam toprak vermem, devletin ve vatanın bütünlüğü devam eder. Sıkıntıyı çekeceksem ben çekerim. Ama bu hamleyi yapmazsam Türkiye toprak kaybeder. O zaman iktidarı ne yapayım?’ anlayışında.”


Bu ifadeler MHP'nin Kürt meselesinde meşrebince bir "çözümü" "varoluşsal önemde" gördüğünü ortaya koyuyor. 


Taraflar "silahlarını" elde tutmaya devam ediyor! 


Yukarıda açıklanmaya çalışılanlar, yani bir yandan, başta ilerici Kürt muhalefeti olmak üzere, muhalefetin sinir uçlarıyla oynarcasına belediyelere atanan kayyumlar ve çeşitli muhalefet bileşenlerine dönük baskı ve sindirme politikalarının, Uras - Bahçeli görüşmesini de içeren gelişmelerle paralel ilerlemesi, mevcut sürecin öncekilerden farklı sürdürülmesinin planlandığını da ortaya koyuyor. Geçmişteki çözüm süreçlerinde, Öcalan’ın mecliste konuşmasına değil ama Diyarbakır Newroz kutlamalarında mesajının okunmasına izin verildi, İmralı - Kandil ve çeşitli devlet birimleri arasında elçiler gitti geldi, PKK gerillaları yıllar içinde elde ettikleri mevzilerden geri çekildiler, hatta Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla Kandil’den gerilla grupları geldi vs… Şimdi ise taraflar ellerindeki "silahı" bırakmadan, mevzisini terketmeden bu sürece hazırlanıyor. Bu "silah", hükümet açısından kayyumlar, olası kapatma davaları, başta ilerici Kürt muhalefeti olmak üzere muhalefete daha fazla baskı ve kuzey Suriye'de daha fazla operasyon demek iken PKK için de daha fazla askeri güç ve direniş anlamına geliyor. Çözümün sonuca ulaşamaması durumunda tüm bunların artarak devam edeceği ise tartışmasız.   


Bu süreçte değişen yöntemlerden birisi de arabulucuların rolü. “Akil adamlar heyetinin” yerini, belli ki tekil “akil”ler alıyor ve görünen o ki, Ufuk Uras da bunlardan birisi olarak seçilmiş bir isim. Muhtemeldir ki, önümüzdeki süreçte yeni isimlerle de görüşmeler söz konusu olacak. Bu konudaki göstergelerden birisi, hükümet taraftarı olmanın yanında hükümet tarafından enforme de edilen köşe yazarı Nagehan Alçı’nın “Ufuk Uras ya da Ufuk Hoca gibi barış ve çözüme emek veren kıymetli isimler bu diyalog sürecinde olacak gibi görünüyor” sözleri. Alçı’nın Uras’tan aktardığı, “Uras, Bahçeli’nin sivil toplum kuruluşlarının ve aydınların da destek olmasına dair bir beklentisi olduğunu da ifade etti” sözlerini de not etmek gerekiyor. 


"Kurt başkasının vatanını sever"!


Yukarıda tartışılmaya çalışılanlar, Kürt sorununun adil bir çözümü sürecine girildiği anlamına gelmiyor elbette. Tersine, hem yukarıda ifade edildiği hem de yukarıda atıf yaptığım yazımda tartışmaya çalıştığım üzere, Bahçeli'yi Abdullah Öcalan'ı mecliste konuşma yapmaya davet etmeye iten, içinde biriktirdiği barış ve adalet duyguları değil, Kürtlerin değişmesi muhtemel bölge denkleminde elde edebilecekleri olası kazanımları kontrol altında tutabilme kaygısı. Bu, Kürt meselesinin uluslararası boyutunun iyiden iyiye görünür olduğu ve Kürt siyasi hareketinin etki gücü yüksek bir aktör olarak belirdiği bir konjonktürde oluşan "varoluşsal" bir sorunu yönetilebilir kılmaya dönük bir hamle olarak da değerlendirilebilir. Kuşkusuz, iktidar bloğu açısından bakıldığında bu hamle, Türkiye'nin bölgedeki etki gücünün artmasına, dolayısıyla ideolojik, siyasi ya da coğrafi olarak yayılmasına dönük başka hamleleri de içermek durumunda. Sadece sürecin baş aktörü MHP olduğundan değil, ama aynı zamanda AKP'nin geçmişteki "çözüm" girişimlerinin, en geniş manada Kürdi siyasetin ilerici kesimlerini tasfiye etmeye ve Kürt coğrafyasını Türkiye sermayesi için sıçrama tahtası olarak kurgulamaya dayalı olmasından. İslam - Türk sentezine dayalı bir iktidar bloğunun bu stratejik yönelimini değiştireceğini düşünmek için bir gerekçe bulunmuyor.     


Bu çerçevede "oyunu" muktedirin hamlelerine bırakmamak önemli. Bu ise başta Kürt halkı olmak üzere tüm ezilen kimlik ve inançların haklarının tartışmasız bir savunucusu olmanın yanında ulusal sorunun sosyal sorun ile ilişkisinin bir an bile akıldan çıkarılmamasını, dahası, ulusal sorunun "çözümüne" dönük  herhangi bir adımın sosyal sorunda geriye düşmeye yol açacak bir zeminde atılmasına karşı tetikte olmayı zorunlu kılıyor. Malum, "Kurtlar başkasının vatanını sever" ve başkasının vatanına doğru genişlemek ancak ve ancak "kapital"in daha fazla birikmesi ile mümkün. 

Hiç yorum yok: