7 Haziran 2015 Pazar

Paytaklı bir hikaye...

Paytak yalnızlıktan sıkılmasın diye sevgili dost Aslı Odman'ın getirdiği Çamur'u da kabul ettik.

Uzun süren kavgaların ardından, Paytak ve Çamur ayrılmaz ikili haline geldiler.

O kadar ki, bir defasında evin su basmasına bile yol açmıştı, bu ikisinin hınzırlığa dayalı işbirliği.

Bu hikaye anlatmaya değer. Ama önce bir parantez...

***
Kadıköy'de, Moda ile Caferağa arasında bir yerlerde bir apartmanın birinci katı. "Avrupa Yakası" dizisindeki "Tahsin Bey amca"yı andıran, ama onun biraz daha "İstanbul beyefendisi" dedikleri cinsten olanı bir evsahibi. Galatasaray lisesi ve üniversitesi mezunu, kimya mühendisi bir "Tahsin bey"... "PVC doğramaların mucitleri"nden... Gerçek adını yazmıyorum elbet....




Tabir caizse, buluttan nem kapan, ezilenden hep ama hep korkan bir "beyefendi": "hırsız olur Tolga bey bunlar, keserler adamı vallahi!"; "yahu Tolga bey, siz o Afrikalarda iyi kaldınız vallahi, kesip yiyorlarmış yahu onlar insanı!"; "aman Tolga bey apartmanın kapısını kapalı tutalım, bu satıcılar falan anahtar deliklerinin kopyasını alıyorlarmış..!"

Bizim dairenin kapısının da, elinizle biraz sertçe ittirseniz açılacak cinsten, eski mi eski, buzlu camlı bir kapı olduğunu belirteyim bu arada...

Biraz dedikodu olacak ama, hatırlıyorum da, bir bayram evlerine gitmiştik çikolatamızı alıp... Buyur edildik içeriye. Sağolsun, "Tahsin bey amca" elleriyle verdi galoşlarımızı bize... Bize de giyip oturmak kalmıştı. Eh, giydik, oturduk...

Nevra da evde oturup, kahve ve likörlerimiz eşliğinde, Haydarpaşa manzarasına karşı kibar kibar hoş beş ederken hapşırıvermesin mi? Kabaca ! Dört kişinin oturup hoşbeş ettiği bir bayram günü için uzun denebilecek bir sessizlik oldu önce...

Babası büyükelçi olan eşi ile birlikte "Tahsin bey amca" çok bozulmuştu; çünkü en büyük kaygıları hep "salgın" olagelmişti... "Biz kalkalım artık" demek zorunda kaldık hapşırık sonrasında da, vallahi, "ne güzel oturuyorduk" bile demediler.

Meğer adam, apartman görevlisine hapşırmayı yasaklamış, "salgın" apartmana yayılıyor diye. "Fakir" ya görevli, pis hapşırığıyla niye salgın taşısın apartmana, değil mi? O derece "beyefendi" yani...

Eh, ezilenler söz konusu olduğunda, beyefendilik, biçimsel kibarlık, yerini kaba ötesiliğe, ırkçılığa, paranoyaya bırakıyor... "Bakalım, hayırlısı, bölünmeyiz inşallah Tolga beyciğim..!"

"İnsanın bölünesi geliyor" derdim "içimden, yüzüne karşı", bizim Bahadır'ın deyişiyle, ki 2010 referandumu sonrasında neredeyse hergün duyar olmuştuk bu temenniyi...
***

Parantezi kapatıyorum... Şehir dışında olduğumuz bir gün, işte bu "Tahsin bey amca" aradı beni. Paniklemiş haldeydi: "Tolga bey, Tolga bey, sizin evi su basmış..."

Açıkçası, çok üzerinde durmadım, muhtemelen gene takıldı bir şeylere diye düşündüm. Her ihtimale karşı da kardeşimi arayıp eve bakmasını rica ettim.

"Tahsin bey amca" haklıydı; evi su basmıştı ve vaziyet pek iç açıcı değildi. Kardeşim, eşi ve iki arkadaşları bayağı su atmışlardı evden.

Kedileri sordum, "salondalardı, sağa sola bakınıyorlardı" dedi kardeşim. Salona fazla su gitmemişti ya, kendilerine orayı seçmişler, ne olup ne bittiğini izlemek için.

***

Paytak geldiğinden bu yana musluk ve lavabo meraklısıydı. Fırsat buldukça lavaboya kurulması meşhurdu. Lavabodaki kedi değil de küvette süt banyosu yapan prenses sanki... Öyle de edalı yani...

Susadığında da su kabındaki suyu içmiyor; lavabonun içine sıçrayıp ağzını musluğa dayıyor ya da musluğu yalıyordu.

Paytak'ın sadık ama bir o kadar da sakar bir taklitçisi olan Çamur da deniyordu aynı şeyi. Ama ne zaman lavaboya sıçramayı denese, tutunamıyor, küt, düşüyordu aşağıya. Banyodan paldır küldür ses gelmişse anlardınız ki, Çamur, bir yere, örneğin çamaşır makinesinin üzerine, çıkmaya çalışırken, orada bulunan öteberi ile birlikte aşağı düşmüş...

Şehir dışından apar topar eve geldiğimizde, sağolsunlar, kardeşlerim evdeki suyu büyük ölçüde tahliye etmişlerdi. Ama ev rezil bir haldeydi. Temizlendi, halılar yıkamaya gönderildi, havalandırıldı falan...

Peki bu iş nasıl olmuştu, bunu anlamak için biraz iz sürmek gerekti. Çünkü, bir üst komşumuz olan ve otuzlu yaşlarının ortalarında olanların hatırlayacağı "Perihan Abla" dizisinin "Meraklı Melehat"inin yaşlıcası teyzenin bile aklına yatmamıştı olup bitenler... 

O teyze ki, benim eve kaçta girip çıktığımı, gece kaça kadar çalışıp sabah ya da öğlen kaçta kalktığımı bile bilirdi hep.

Meğer, çalışma odamın baktığı tarafta bulunan ve bizim bahçe duvarına bitişik olan binanın camını ayna yapıp benim perdesiz çalışma odamda neler yaptığımı da görüyormuş kadın... Bir gün, "yahu evladım, sen o kalın kalın kitapları nasıl okuyorsun öyle, hay maşallah" deyivermesin mi? Ayrıntıcıydı belli ki...

Ev temizlenirken, kirli çamaşır sepetlerinin içindekiler dahil, bütün özel eşyalar, ıslak halde ortalığa saçılmışken olan biteni anlamak için hep evin orta yerinde geziniyordu bu "Meraklı Melehat" teyze de, gene çözememişti yani...
"Meraklı Melehat teyze" su baskınının sırrından çatlayadursun, biz sonradan çözdük durumu.

Banyodaki lavabonun aşağı yukarı açılıp kapanan musluğu, lavabonun dışına doğru dönmüştü. Lavabonun altında bulunan giderin üzeri, lodos estiği zamanlarında hep olduğu üzere, koku gelmesin diye bir paspas ile örtülmüştü.

Anladık ki, hikaye şuydu: Paytak su içmeye çıkıyor lavaboya; Çamur da peşinden. Her zaman olduğu üzere suyun başında bir kavga. Havada uçuşan patiler... Sonuç musluğu yukarı kaldırarak suyun akmasını sağlayan bir pati darbesi. Gene kavga esnasındaki hareketler sonucunda lavabonun dışına dönen bir musluk. Üzeri paspas ile örtülü gider ve banyodan evin diğer kısımlarına yayılan su...

***

"Tahsin bey amca" haklıydı yani, evi su basmıştı. Kedilerin koşturmacasını "canavar beslediğinizi düşünmeye başladım" sözleri ile yorumlayan, "Tahsin bey amca"ların da yeğeni olan alt kat komşumzun dairesinde de bir hayli hasar...

***


Bu yazıyı yazarken, Çamur masamda.... Kafasını ön patilerine dayamış, uzağa doğru bakıyor sakince. Kimbilir, belki de arkadaşını özlüyordur... Benim gibi...

Hiç yorum yok: